Komplo Teorileri Gölgesinde COVID-19 ve Bilimsel Açıklamalar

Kaan Soyuer

Komplo teorileri, doğaları gereği insanların onlara inanması için üretilen ve bilimselmiş gibi gözükmesi hedeflenen varsayımlardır. Bu yazıda, komplo teorilerine bilimsel bir hipotez gözüyle yaklaşarak aslında neden bilimsel olmadıklarını göstermeyi amaçlıyorum. Konuyu kısıtlamak adına da son yıllara damgasını vurarak milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Covid-19 pandemisi üzerinden üretilen komplo teorilerini temel alıyorum. Pandemi süresince virüsün kendisi, kökeni veya mücadele çabaları hakkında çeşitli komplo teorileri ortaya atıldı. Önce bu komplo teorileri hakkında bilgi verip, daha sonra da gerekli bilimsel açıklamayı yapacağım. 

1. Aşılar DNA’mıza Müdahale İçin Kullanılacak

Aşı teknolojileri çeşitlilik gösterir, örneğin bazı aşılar zayıflatılmış mikroorganizmaları içerirken kimileri hastalık etkenin genetik materyalini içerir. İlk grup toplumda bilinir ancak toplumun geneli ikinci grupla pandemi sürecinde tanıştı. Söz konusu bu komplonun bahsettiği aşılar aslında mRNA aşıları. Yeni ve çalışılmamış bir teknoloji olduğu ileri sürülen mRNA aşılarının insan DNA’sını değiştireceği varsayımı aşı çalışmalarının hız kazanmasıyla alevlendi. 

Peki, bu komplo teorisinin gerçek olma ihtimali nedir? Bunun için biraz biyolojiden bahsetmek gerek ama önce hipotezimizi belirleyelim. 

Hipotez: mRNA temelli aşılar insan DNA’sını etkiler.

Kısaca mRNA’dan bahsettiğimize göre hipotezimize dönelim, mRNA temelli aşılar insan DNA’sını etkileyebilir mi? Öncelikle bunun gerçekleşebilmesi için mRNA’nın hücre sitoplazmasını geçerek çekirdeğin içine girebilmesi gereklidir. Şu ana kadar hiçbir canlıda böyle bir olay gerçekleşmemiştir.

DNA ve RNA tüm canlılarda, iş birliği içinde protein üretir. DNA protein sentezi için gerekli talimatları (genetik kod) içerir ancak protein sentezinin üretimi RNA’nın bu talimatları okumasına bağlıdır. Buradaki temel sorun bu iki materyalin hücre içinde bulunduğu konumlardır. DNA çekirdeğin içinde, RNA ise sitoplazmada bulunur, bu konum farklılığı DNA’nın sahip olduğu talimatı RNA’nın doğrudan okuyamamasına sebep olur. Dolayısıyla bu bilgilerin RNA’ya iletilmesi gereklidir. İşte bu iletimden sorumlu taşıyıcı molekül mRNA olarak isimlendirilir. Pfizer-BioNTech ve Moderna tarafından üretilen aşılar mRNA kullanılarak üretilmiştir. Kısaca mRNA’dan bahsettiğimize göre hipotezimize dönelim, mRNA temelli aşılar insan DNA’sını etkileyebilir mi? Öncelikle bunun gerçekleşebilmesi için mRNA’nın hücre sitoplazmasını geçerek çekirdeğin içine girebilmesi gereklidir. Şu ana kadar hiçbir canlıda böyle bir olay gerçekleşmemiştir. Çünkü mRNA bunu gerçekleştirebilecek bir yapıya sahip değildir. Bununla birlikte mRNA üretilip hücre içinde depolanabilen bir molekül de değildir, çünkü kararsız bir moleküldür. Aşı ile gelen mRNA, virüse ait proteinin kopyasını üretiminde rol aldıktan bir süre sonra hücre tarafından parçalanır. Hipotezimizin bu sebeplerle işlemediğini dolayısıyla geçersiz kılındığını söyleyebiliriz. 

2. Yüksek kar hedefiyle mRNA temelli aşılar üzerinde hiç çalışılmadan piyasaya sürüldü.

Bu cümleyi direkt hipotez olarak kabul edelim ve doğruluğunu sınayalım. mRNA’nın tedavi amaçlı kullanılması fikri Katalin Karikó’nun ilgisini 1976 yılında çekiyor. Ancak mRNA üzerinde o dönemlerde yürütülen çalışmalar, yabancı RNA moleküllerinin, bağışıklık sisteminin radarından kaçamayarak hızla yok edildiğini ortaya koymuştu. Dolayısıyla tedavilerde kullanılacak RNA moleküllerinin bir şekilde bağışıklık sisteminden kaçabilmesi sorunu Karikó için kilit bir sorundu. 1998 yılında Pennsylvania Üniversitesi’ne katılan Drew Weissman ile Karikó, 2005 yılında yayımladıkları çalışmayla RNA’nın bağışıklık sisteminin radarından kaçmasını mümkün kılan bir çözüm bulduklarını duyurdular. Buluşları lipid nanopartiküllerin içerisine saklanan RNA’nın bağışıklık sisteminin radarından kaçarak hücrede işlevli hale gelebilmesiydi. Buna ek olarak aşırı inflamasyon sorunu da mRNA’nın temel yapıtaşlarının modifikasyonuyla önlendi. Pfizer-BioNTech ve Moderna tarafından üretilen mRNA aşılarının öncesinde en az 23 yıllık arka plan çalışmaları bulunmaktadır demek yanlış olmaz. Bu süreçlerde mRNA’nın kullanılabilirliğinin arttırılması, farklı çalışmalarla etkinliğinin gözlemlenmesi gibi süreçler çeşitli bilimsel dergilerde akademik çalışmalarla bilim dünyasına sunulmuştur.   

3. SARS-CoV-2 İnsan üretimi Biyolojik Bir Silahtır

Bu teorinin ortaya atılması aslında bir bilimsel makaleye dayanmakta. 2015 yılında yayımlanan bir çalışmada araştırmacılar yarasalardan izole edilmiş iki koronavirüsün genetik materyallerini kullanarak kimera bir virüs elde ediyorlar. Çalışmada çeşitli hücre kültürleri kullanılarak, SARS benzeri kimera virüsünün hücrelere tutunmasına elverişli yapıların çeşitlenebileceği ve bu durumunda ciddi salgınlara sebep olabileceğine değinilmiştir. Ayrıca, hükümetlerin acil durum planlaması, şirketlerin de olası bir Corona virüs salgınına karşı aşı çalışmaları yapmaları gerekliliğine değinilmiştir Aslında yayımlanan bu araştırmanın temeli Corona virüs ailesine ait virüslerin daha önce dünyada salgınlara sebep olmuş olmasıdır.  Corona virüsler genetik materyal olarak RNA bulunduran bir gruptadır. RNA virüsleri olarak adlandırılan bu grup hem eski dönemlerden beri bizlerle olmalarıyla hem de şaşırtıcı derecede hızlı evrimleşmeleriyle ünlüdürler. Çalışmanın dikkat çekmek istediği nokta da buydu. Evrimleşerek oluşacak bir varyantın insanlara bulaşmasıyla bir salgının tetiklenebileceği. 

Bu çalışmadan farklı olarak bir de sosyal medyada paylaşıma sokulan bir patent, bu komplo teorisine kanıt olarak sunuldu. Patent SARS_CoV isimli bir virüsün 2004 yılında laboratuvarda üretildiğini belgeliyordu. Komplo teorisyenleri, bu belgeyi kullanarak virüsün 2019 yılında Çin’de değil 2004 yılında laboratuvarda üretildiğini ileri sürdüler. Kanıt olarak kullanılan patent belgesi orijinal ve doğruluğu tartışılmaz bir belgeydi. Ancak patentlenen virüs pandemiye sebep olan virüs değildi. Pasteur Üniversiten Araştırmacı Schwartz’da bu iddiayı resmi kanallarla yalanlayarak, patente konu olan virüsün biyoteknolojik bir unsur olarak patentlendiğini dile getirdi. 

4. Salgının Sebebi 5G Teknolojisi

Komplo teorisyenleri yukarıda anlatılan bilgi kısmını bilimselmiş gibi aktarıp toplumun örüntü algılama yetisini de kullanarak iddialarını desteklemek adına Çin’deki ilk vakanın ortaya çıktığı Aralık 2019’da 5G teknolojisine yönelik denemelerin ve konuşmaların yapıldığı bilgisini paylaştı.

Bu komplo teorisinin ortaya çıkışında yatan ve bilimsel olduğu iddia edilen görüş şöyle; bazı bakteri kolonilerinde elektromanyetik dalgaların varlığı. Bu önerme 2011 yılında arXiv isimli sitede yayımlanan bir makaleye dayanmaktadır. Makaleye geçmeden önce site hakkında biraz bilgi verilmeli. Bilim dünyasında normal süreç şu şekilde işler: araştırmacı literatüre uygun olarak hazırladığı deneyinden sonuçlarını toplar ve elde ettiği bulguları daha önce yayımlanmış çalışmalarla karşılaştırır. Ortaya çıkardığı sonuçların bütününü ‘saygın’ bir dergiye göndererek editoryal ve bilimsel incelemeden geçtikten sonra bulguların doğruluğuna karar verilir. Ancak günümüzde bazı araştırmacılar çalışmalarını hakem denetimi gibi aylar süren bir doğrulama sürecinden geçirmek yerine, arXiv’de yayımlayarak doğrudan bilim dünyasına sunar. Böylece doğruluğu bir grup hakem tarafından değil ilgilenen herkes tarafından değerlendirilmiş olur. Widom ve arkadaşları ikinci yolu seçmişlerdir. Ancak elde ettikleri bulguların yeterliliği o dönemde tartışılmış ve büyük bir çoğunluk, hipotezin yanlış olduğuna karar vermiştir. 

Komplo teorisyenleri yukarıda anlatılan bilgi kısmını bilimselmiş gibi aktarıp toplumun örüntü algılama yetisini de kullanarak iddialarını desteklemek adına Çin’deki ilk vakanın ortaya çıktığı Aralık 2019’da 5G teknolojisine yönelik denemelerin ve konuşmaların yapıldığı bilgisini paylaştı. Ancak iki olay arasında zamansal benzerlik dışında başka bir ilişki bulunmamaktadır. 

5. Çeşitli Gıdalar Virüse Karşı Bizi Korumak İçin Yeterlidir

Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde yöresel lezzetlerin virüse karşı korumada yeterli olacağı yönünde bir söylem oldukça ilgi çekti. Sarımsak, soğan gibi besinlerin antimikrobiyal etkileri bilinen bir gerçektir. Bunun arkasında yatan gerçek aslında bitkilerin bileşiminde bulunan kimyasallarda gizlidir. Soğanda bulunan kuersetin ve sarımsakta bulunan allisin isimli maddeler antiviral özellik göstermektedir. Bunların yanına ıspanak, dereotu, kekik veya acı biber gibi mutfakta sürekli kullandığımız diğer besinleri de ekleyebiliriz. Pandemi öncesinde kaç kez grip veya soğuk algını oluğunuzu düşünün. Bir pandeminin ortasında gıdalar bizleri virüsten korumayacaktır. Ancak bağışıklık sistemimizi güçlendirmemize yardımcı olabilirler. Gerçek korumayı yapmasını beklediğimiz şeyler çok başkadır, örneğin aşılama ve sosyal mesafe kurallarına uyulması bunlardandır. 

Gıdaların virüse karşı koruma sağladığı ve aşının gereksiz olduğunu varsayan komplo teorisi elbette bu varsayımı bilimselmiş gibi desteklemeliydi. Bu sefer de istatistik bilimine güvenen komplo teorisyenleri sayıların sihrine başvurdu. İsrail’de limon ve bikarbonat karışımının tüketiminin yüksek olduğu ve vakaların çok az olduğunu iddia ettiler. Vakaların azlığıyla ilgili bilginin teyidi için WHO tarafından kurulan bir siteden yardım aldım. Farklı coğrafyalardan farklı yüzölçümlerine ait ülkelerden elde edilen verilere baktım. 3 Ocak 2020-12 Nisan 2023 tarihleri arasındaki bilgileri içeren bulgularıma göre;

  • İsrail’in toplam nüfusunun %51.4’ü hastalığa yakalanmış,
  • Danimarka’nın toplam nüfusunun %58,2’i hastalığa yakalanmış,
  • Kanada nüfusunun %12,12’si hastalığa yakalanmış,
  • Belçika’da ise veriler nüfusun %41’inin hastalığa yakalandığını göstermektedir. 

Bu dört ülkeyi özellikle seçtim, iddia edildiği gibi kültürel bir gıda çeşitliliğinin virüsten bizleri korumaya yetmeyeceği oldukça açıktır. Komplo teorisinin bu noktasında beslenme şeklinin bağışıklık sistemini desteklediği bir gerçektir. Ancak aynı zamanda görülmektedir ki bulaşıcı hastalıklarında hızla yayıldığı ve ölüme yol açtığı küresel sağlık krizlerinde aşıların koruyuculuğu da yadsınamaz bir gerçekliktir. 

Popüler ya da kitle kültüründe yaygın olan irrasyonel yorumlar, insanlara bilgi vermekten daha çok onların kolayca kavrayabileceği içerikler üretir. Bu içerikler insanların bilime rağmen ayakta kalan batıl inanışlarını güçlendirir. Komplo teorileri de gücünü bu inanışların gerçek ötesini bilinebilir kılması düşünden alır. Bu durumun önüne geçmek adına toplumlar temel bilimleri yorumlayacak kadar bilgiye sahip olmalıdır. Bu sayede komplo teorilerinin gerçek olma ihtimalleri hakkında çıkarım yapacak bir noktaya gelebilirler. 


1 Temel bilimlerde yapısı kolay bozulan maddeler için kullanılan genel bir terim. 

2 Karikó, K., Buckstein, M., Ni, H., & Weissman, D. (2005). Suppression of RNA recognition by Toll-like receptors: the impact of nucleoside modification and the evolutionary origin of RNA. Immunity23(2), 165–175. https://doi.org/10.1016/j.immuni.2005.06.008

3 İnflamasyon, vücudun herhangi bir zarara karşı verdiği normal koruyucu bir yanıttır.

4 Menachery, V., Yount, B., Debbink, K. et al. A SARS-like cluster of circulating bat coronaviruses shows potential for human emergence. Nat Med 21, 1508–1513 (2015). https://doi.org/10.1038/nm.3985 

5 Bu isim Yunan mitolojisinden gelir. Yunan mitolojisinde tek bir vücutta çeşitli canlıların kimi uzuvlarına sahip, ağzından ateş püskürten yaratık.

6 https://arxiv.org/abs/1104.3113 (Erişim Tarihi: 13 Nisan 2023)

7 https://covid19.who.int (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2023)

Komplo Teorileri Gölgesinde COVID-19 ve Bilimsel Açıklamalar
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews