Yüreğime İndirdin Oğlum

Zeynep Keçelioğlu

“Hayır! Hayır hayır hayır hayır “dedi panikle ceplerini ararken. “Abi valla buradaydı. Valla doğru söylüyorum.”

“Beni mi yiyorsun lan sen?”

“Abi hayır! Niye uğraşayım abi öyle olsa. Yemin ederim ya. “ 

Sesi titriyordu. 

“Abi sabah kalktım tamam mı? Telefona bi baktım. Hassiktir! Telefon benim değil. On tane de cevapsız arama benim numaradan. Annemden aradım ya sonra. Biliyorsun abi. Konuştuk, ettik, ayarladık buluşmayı. Yürüme üstüme ne olur abi ya.” 

Kendini korumak için ellerini kaldırdı. Geriye bir iki adim attı.

“Bak valla doğru söylüyorum. Biliyorum ne olduğunu telefonuna. Anlatayım bi dur ne olur ya. Ekmek kuran çarpsın bak kandırmıyorum seni. Benim telefon da sende! Otobüste çaldılar eminim. Ayakta geldim sıkışık sıkışık. Lavuğun biri elledi beni arkadan. Dedim ne oluyoruz ulan. Anladın değil mi demek istediğimi? Meğer telefonu çalıyormuş puşt.”

Son kısımdaki ton ve içerik bir strateji değişikliğinden kaynaklanıyordu. Böyle konuşursa belki adam sakinleşirdi. Benden biri karşımdaki derdi. Adamı tanımıyordu tabii, hayat görüşüne dair bir fikir yürütmüştü.

Karşısındaki adam ondan kısaydı ama havada karada alırdı onu. Tam bir mahalle serserisiydi herif: üç düğmesi açık beyaz gömleği, çakma olduğu belli bir kemer, gözlerinde bir “yakarım bu dünyayı” havası. Sinirden burun delikleri büyümüş, ona bakıyordu. Bu adam kesin silah taşıyan tiplerdendi. Ne işi vardı dün geceki o saçma kulüpte. İstanbul’du burası. Hırlısıyla hırsıyla, itiyle kopuğuyla… Bildiğin yerden şaşılmazdı bu şehirde. O Murat’ın yanındaki tipin fikriydi dün geceki yer. Gözü o çocuğu da hiç tutmamıştı zaten. Annesi sinirlenmekte haklıydı.

Sonra aklına bir düşünce düştü: Korkak biri miydi o? Otobüste ellendiğini sandığında da yeterince tepki verememişti. Telefonunu alan adamın karsısında da pısıp kalmıştı. Ne pısıp kalması, yalvarmıştı resmen adama. Şimdi de bu bilmediği yerde karşısındaki bilmediği insanlarla ilgili ilk hissi tehlike olmuştu.

Karşısındaki mahalle serserisi elinde bizimkinin telefonunu tutuyordu. “Telefonu getirmedim diyorsun yani?” dedi tuttuğu telefona bakarak. 

“Çaldılar abi otobüste.” dedi Yiğit.

Adam bizimkinin gözlerine son bir tehditkâr bakış attı. Sonra yere şöyle okkalı bir tükürdü. Sonra arkasını dönüp elinde telefon uzaklaşmaya başladı.

“Abi n’olur telef-“ diyecek gibi oldu Yiğit ama adamın hızla ona doğru dönüşü ve bu yolculuğunun sonundaki muhtemel dayak onu vazgeçirdi. Konuyu pes etmiş bir “Tamam abi. Tamam. Senin olsun telefon… Kusura bakma.” ile kapadı.

Mahalle serserisi gözden kaybolunca dayak yememenin verdiği rahatlık geldi üstüne. Ciğerlerine şehrin yoğun havasını çekti. Adama doğruyu söylemişti. Telefon otobüste cebindeydi. Amına koduğunun hırsızı gününü mahvetmişti şimdi. Yaklaşan trenin sesini duyunca köşedeki Marmaray durağına baktı. Kazlıçeşme durağı: Köşesindeki gölgede uyuyan bir kangal, trene koşan insanlar, cırtlak sesli kargalar. Hiç gelmemişti daha önce buraya. Çirkin gözüküyordu Zeytinburnu. Bir karambol hakimdi.

Eve gidince karşılaşacağı siniri düşündü. 

Yavaşça ağırlığını bir ayağından öbürüne verdi. Durağa arkasını döndü ve Zeytinburnu’nun içine yürümeye başladı. Tamam İstanbul’da bildiğin yerden şaşılmazdı ama annesine telefonunu kaptırdığını söylemeye hazır da değildi. 

Sıcağın altında ağır ve hedefsizce mahallede yürüdü bir süre. Mutfaklardan birinden kızartma kokusu geliyordu. Karşı kaldırımda telefonunu alan tipe benzeyen üçlü bir erkek grubu gördü. Birinin ona “Ne bakıyorsun lan?” dediği geçti kafasından. Cevap veremedi hayalinde. Kendini bu adamların yarattığı tehlikeli bir atışmada buldu. Sonra aklına bir düşünce düştü: Korkak biri miydi o? Otobüste ellendiğini sandığında da yeterince tepki verememişti. Telefonunu alan adamın karşısında da pısıp kalmıştı. Ne pısıp kalması, yalvarmıştı resmen adama. Şimdi de bu bilmediği yerde karşısındaki bilmediği insanlarla ilgili ilk hissi tehlike olmuştu. Ona bakmadılar bile uzaklaşırken. 

Duvarın arkası Rum mezarlığıydı. Kapı doğrudan yere dikilmiş mezar taşlarına açılıyordu. Oyun seslerine doğru ilerledi. Dokuz on yaşlarında mezarlığın çimenlik alanına yayılmış futbol oynayan çocukları gördü.

Nasıl söyleyecekti annesine telefonu alamadığını? Annesi kesin onu arıyordu şuan. Telefonu açmadığında ne olacaktı? Eve dönmediği her dakika annesinde bir telaş yaratıyor olmalıydı. Oğlum nerede? Neden telefonunu açmıyor? Başına bir şey mi geldi? Sonra evin camında beklemeler. Geldiğinde bir güzel azarlamalar. Sonra sakinleşilince sinirin korkudan kaynaklandığıyla ilgili yapılan bir konuşma. Yüreğime indirdin oğlum. Canımdan can gitti oğlum. Çocuğun olunca anlarsın oğlum. Yürüyüşünü dikleştirdi. Sokağın köşesinde vitrininde pullu cırtlak mavi bir elbise duran tekstilciden sağa dondu. Kendini iki tarafı taş duvar olan incecik bir sokakta buldu. Duvarlar onun boyundan üç beş karış uzundular. Birine asılmış kahverengi bir tabela vardı: büyük beyaz harflerle “BALIKLI MERYEM ANA RUM MANASTIRI” yazıyordu. 

Koridor gibi yolda yürüdü, yürüdü. Ağaç yapraklarının yaz meltemindeki hafif hışırtısı ve birkaç serçe sesi eşlik etti yürüyüşüne. Duvarların arkasında ne olduğunu merak etti. Sonra uzakta birkaç çocuk sesi duydu. Heyecan, atışma ve oyun sesleri. Yol hafifçe sola büküldü, Yiğit de sesler eşliğinde bu bükülüşe teslim oldu. Çocuk sesleri giderek artıyordu ki ferforje açık kapıyı gördü. 

Duvarın arkası Rum mezarlığıydı. Kapı doğrudan yere dikilmiş mezar taşlarına açılıyordu. Oyun seslerine doğru ilerledi. Dokuz on yaşlarında mezarlığın çimenlik alanına yayılmış futbol oynayan çocukları gördü. Tıknaz bir çocuk isyanla “ofsayt” diye çıkıştı. Karşısındaki cılız çocuk nefes nefeseydi. “Ofsayt yok ofsaytsız oynuyoruz” dedi otoriter bir tavırla. 

Yiğit bu çocuğa doğru el işareti yaptı.

“Bi gelsene.”

Cılız çocuk mezar taşlarından birinin üzerinden atlayarak geçip Yiğit’in yanına geldi.

“Efendim abi.” Ter kokuyordu.

“Ben de oynayabilir miyim?”

Bir duraksadı çocuk. Sonra arkadaşlarına dönüp bağırdı. “Abi de oynamak istiyor.”

Arkadaşlarından cevap gelmedi. Kararı o verecekti.

 “Kaleci olursan olur.”

“Ama çok iyi şut atarım ben.”

“Olsun. Bize kaleci lazım.” dedi çocuk.

Yiğit görevini kabul etti. Sahadaki yerine doğru yürüdü.

Ve işte böyle başladı hayatının en güzel günlerinden biri.

Yüreğime İndirdin Oğlum
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews