Bir Ateşe Attın Beni

Erva Kara

“Ama yandınız, kül oldunuz.”
“Ama vardım, kül bunun kanıtı.”
Ayfer Tunç

Bitti sandığım yerde yeniden başlıyor yaşam. Tam dibe vurdum derken koşup boynuma sarılıyor, kokusunu içime salıyor. Tohumlarını kalbimin içine usulca bırakıyor. Ellerime boyalar tutuşturup yepyeni bir tuvalin karşısına oturtuyor beni. Boya, diyor, baştan başa. Bir kuş çiziyorum tam ortasına boşluğun. Kanatları alevden bir kuş. Zümrüdüanka bu, diyor görenler. Bakıyorum küllerinden doğan kuşa. Doğumun habercisiymiş bir avuç kül, ellerimiz bomboş değilmiş, diyorum. Ellerimiz bir kuşmuş.

İçinden geçtiğimiz felaket zamanlarında insanoğlunun ortak bilinçdışından bilince yansıyan sureti Zümrüdüanka olmuştur. Mitoloji insanın anlam arayışından ve hakikati açıklamak ihtiyacından doğar. Hakikatleri hikâye elbisesine büründürüp anlatmak insanoğlunun ölümsüzlüğe duyduğu derin özlemden ileri gelir.

Zümrüdüanka ölümüne yakın çekilir yuvasına, kimine göre Kaf Dağı’nda, hayat ağacının tepesindedir yuvası. Kanatlarını birbirine sürterek bir alev tutuşturur. Yanmaya başlar, ta ki küllerinden yeniden doğana dek. Ölüm-yaşam-ölüm döngüsünün şifacı sembollerinden biridir. Spiritüel anlamda bilinç aydınlanmasıdır bu küllerinden yeniden doğma hali. Kuşun yanması cehenneme, karanlık âleme, gölgeye iniş deneyimidir. Yeniden doğuş ise arınarak saf şuur halinin elde edilişidir. Bilinmezleri bilme ağacının meyvesinden yiyerek cennetten kovulan insana bu ağaçtan miras kalan, ölümlülüktür. Zümrüdüanka bilgelik ağacının meyvesine tamah etmediğinden ölümsüzlükle ödüllendirilmiştir. Bir kuştur Zümrüdüanka ama başı sıklıkla bir insan başı olarak tasvir edilir.

Zümrüdüanka’nın renk renk kanatları şifacıdır. Kanatlarının bir dokunuşuyla hastalıkları iyileştirir, tüyleriyle sıvazladığı yaraları tedavi eder. Uçuşa kalktığında hayat ağacının yapraklarını hışırdatır, bitkilerin tohumları saçılır yeryüzüne. Toprakla buluşan tohumlar gelmiş geçmiş her türlü bitkinin köklenmesini sağlar ve böylece bu bitkiler insanoğlunun hastalıklarını tedavi eder.

Sembolik anlamını okuduğumuzda Şahmeran’la benzerlik gösterdiğini Zümrüdüanka’nın. İkisi de şifacıdır, ikisi de yarı insan yarı hayvan formundadır. Şahmeran daha karanlık bir mitolojik varlıktır, insanın gölge yanlarıyla temastadır. Zümrüdüanka ise gökyüzüyle, bilinçte gerçekleşen aydınlanmalarla, yeniden doğuşla ilişki kurar.

İçinden geçtiğimiz felaket zamanlarında insanoğlunun ortak bilinçdışından bilince yansıyan sureti Zümrüdüanka olmuştur. Mitoloji insanın anlam arayışından ve hakikati açıklamak ihtiyacından doğar. Hakikatleri hikâye elbisesine büründürüp anlatmak insanoğlunun ölümsüzlüğe duyduğu derin özlemden ileri gelir. Hakikati olduğu gibi anlattığımızda bir anlığına parlayıp sönüveren üçüncü sayfa haberi niteliğindeyken hikâyeler insanlık tarihi boyunca dilden dile aktarılır. Devler masalların vazgeçilmez karakterleridir mesela, çünkü aslında hep içimizdedirler. Kuyular, mağaralar, zindanlar… Zehirden şifa çıkarırız ya kimi vakit; Şahmeran’ın bize yardım etmediğini kim ispatlayabilir? Yolumuzu kaybettiğimizde Zümrüdüanka’nın kanatlarıyla yeniden yönümüze kavuşmuşuzdur. Her şey bittiğinde yeniden hayata dönmüşüzdür belki, küllerimizden doğmuşuzdur, kim bilir.

Bir söz var, Muhammed Peygamber’den işitildiği söylenir: “Kıyamet kopuyor olsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz.” Ben bu hadis-i şerifi ne vakit hatırlasam kalbim kuvvetlenir. Bir zikir gibi döner durur içimde bu söz. Bir aydan fazladır dolaştırıyorum içimde. Zihnimde, dilimde ve kalbimde. Çok derin bir metafor içeriyor bu cümle. Yeniden doğuşa olan inancın sembolü. Hem de kocaman bir kül yığını içinde olsan bile.

Aklını, vicdanını, duygularını işlet ki parlasınlar. İşlet ki mevcudiyetinin bir anlamı olsun. Ben buraya niye geldim, diye sor kendine. Ben bütün bunlara neden şahit oldum?  Benim küllerim nerede? Nereden doğacağım ben? Şimdi sırası!

Asıl önemli ve kıymetli olan, eyleme geçmek. Her ne yapıyorsak en kötü şartlarda bile en iyisini yapmaya devam etmek. Bir fidan mı var elinde, kıyamete aldırma, dik onu. Bir evladın mı var, dünyanın umutsuzluğuna kapılma, yetiştir onu. Bir öğretmen misin, sınıfa her daim aşkla gir. Bir yazar mısın, daha büyük bir şevkle otur masana. Bir aşçı mısın, yemeklerine daha da özen. Bir doktor musun… Bir hâkim misin… Bir öğrenci misin… Bir tohum musun taşların içinde bekleyen? Çık güneşe, aç çiçeğini. Yas mı tutuyorsun, izin ver acını en derininde duymaya. Aşık mısın, coşsun içinde duygular, doya doya seviş. Öfken mi var, söyle. Haksızlığa mı uğradın, haykır. Kalbin mi kırık, paylaş dostlarınla. Yardıma ihtiyacım var, de. Seni seviyorum, de. Senin için ne yapabilirim, diye sor. Hal sor, hatır gönül al. Kahve yap, gülümse, bir şiir oku, bir şarkıya eşlik et, dolaş yaşadığın kenti adım adım. Titanik batarken şarkısını söylemeye devam eden müzisyenleri hatırla… Dünyaya hep son kez görüyormuş gibi bak. Ağaçların çiçeklerini sev bakışlarınla. Güneşin ışıltısına çevir yüzünü. Göğü kaplayan kuşları seyre dal mutlaka. Zümrüdüanka yoldaşlığını hatırla. Sevdiğin insanlara sarıl, kucaklaş onlarla. Ne yaşadığına takılıp kalma, yaşa doya doya be kardeşim. Şartlarmış, durumlarmış, kıyametlermiş… Şimdi sırası değilmiş, vesaire… Şimdi sırası. Küllendin bak, yeniden doğmak için neyin var? Bunca acı niye var? Yeniden doğmayacaksak neden nefes alıp veriyoruz hâlâ? 

Hatırla… Cenneti gördük, cehennemden geliyoruz. İnsanlık tarihi boyunca anlatılıp duran o hikâyelerde gizlenmiş bütün hakikat parçalarını teker teper toplama zamanı. Zümrüdüanka’nın kanatlarına tutunmalı sıkıca.

Aklını, vicdanını, duygularını işlet ki parlasınlar. İşlet ki mevcudiyetinin bir anlamı olsun. Ben buraya niye geldim, diye sor kendine. Ben bütün bunlara neden şahit oldum?  Benim küllerim nerede? Nereden doğacağım ben? Şimdi sırası! İşte şimdi tam sırası! Ellerine bak bakalım, ne var orada? Ellerinde gördüğün o küçücük fidanı dikmeye devam et. Kıyamet kopuyor olsun. Yanıp kül olmuşuz say. Yangını çıkaran sen değilsin, olsun. Hepimizi tutup bir ateşe atmışlar, olsun! 

Çok kıymetli bulduğum, kadim bir hikâye var. Kırk Mum adında: 

İnsan çok acı bir olay yaşadığında, sevdiği birini yitirdiğinde ya da o ilişki kendiliğinden yitip gittiğinde, bir ismin anlamı değiştiğinde, çok sevilen bir beden ölümün kıyısına çekildiğinde; kalbinde kırk tane mum yanarmış. Zamanla bu mumlar teker teker sönermiş. Alevle birlikte acı da azalırmış. Ama bir mum hep yanarmış. İyi ki de yanarmış. Çünkü o yaşadığımızın kanıtıymış.**

“Savaşmayı ve sevmeyi sürdür, sürdürmeyi sürdür” diyor şair. Dünya dediğin üç gün, ömür dediğin bitiyor ya hani… Kalbindeki o son mum hâlâ yanıyorsa umut var demektir. Ellerimizden yaşamaya dair ne kalacak dünyaya? Diktiği ağaçların meyvesini yemeye ömrünün yetmeyeceğini bilse bile insan, ağaç dikmeye devam etmeli. Belki küllerimizden yeniden doğacağımız o yer, ölmeden hemen önce diktiğimiz son hayat ağacının tepesinde kurulan yuvamız olacaktır.

Bir Ateşe Attın Beni
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews