“Dubala” dergi herkesin sözünü esirgemeyeceği bir ortaklık öneriyor. Herkesin ruhunu ve aklını bırakabileceği, düşünülmeyenler üzerine de düşünmeye ve söz söylemeye çalışan bir dergi olması iddiasıyla yola çıkıyoruz. Evini terk eden ve gittiği yerde de evinde hissedemeyen. Sürekli yanlış bir zaman ve yerde yaşadığımız duygusunu içinde taşıyanları ruhunu taşımasını istiyorum.
Kesik kesik, kopuk kopuk düşünceler, hayal kırıklıkları, göz yumulamayacak kadar acı çeken yabancılar ve onların toz yutmuş çocukları. Parçalanmayan bir günümüz, saatimiz, oyuncağımız, gözyaşımız ya da kahkahamız kaldı mı? Kalorisi az gıdalara gönül vermiş milyonlar hatta askere giden düzmece pazarlıkların ustası olmuş tacirler her yerdeydi. Şehir şehir değil sanki betondan oluşan patlamasına ramak kalmış dev bir plastik balon. Üfledikçe patlayacak şiştikçe gerinip bize suçlayıcı bakışlar atacak derme çatma gökdelenlerden oluşan saygısız plastik balonlar. Her şeyin ne kadar ciddi ve aynı anda komik olabileceğini ceplerimize fısıldıyorlar. Biz kimiz? Kim olmak istiyoruz? Nasıl hissediyoruz? Hangimiz özgürüz? Hangimiz kırılgan köprülerin etrafında kavuşmayı bekliyor papağanıyla? Hava değişti. Eşitsizlik sokakları ciddi pek ciddi bir sirke dönüştürdü? Ne yapalım diye sorduk? İşte içimizi dökelim. Parçaları inceleyelim. Duralım biraz. Düşünelim. Neden buradayız diye şaşırırken şöyle çimenlere bir uzanalım. Ne yiyoruz? Neden doyamıyoruz? Neden sevişiyoruz ve nasıl bir dönemden geçiyoruz köprünün üstündeki daracık kavisli kuyuya düşmeden önce son bir kez bakalım. Kesişelim keşişlerin keş anılarıyla, Keşan’da.
Burası neresi, nereye gidiyoruz diye düşündüğümüz esnada kendimizi ifade etmeye karar verdim. O zaman hep beraber ne hissettiğimizi anlamaya birbirimize ifade etmeye çabalardık hiç değilse. Bu da az bir şey olmayabilir diye düşündüm. Farklı düşünen, farklı yaşayan ve başkasının kendisi olduğunu düşünen insanlar kendiliğinden minik bir dokunuşla bir araya geldi.
Budalalık yapmak istiyordum. Sistemin dış penceresinden içeriye izlemimizi istemeyenleri pek sevmezdim. Öcü görmüş gibi bakakalacak okuyucular, oyuncaklar, naylon torbalar havadar alanlara kaçışıyordu. Sonra birisi çıktı dedi ki siz budala olamazsınız. Dedim ki o zaman biz de iki misli budala olalım ve “dubala” olduk. Şaka yapmıyorum durum aynen böyle gelişti. Bilinçsiz olmanın yasaklandığını iyice kavrıyor okuyucu. Bilmeyi iddia etmenin ne kadar anlamsız ve budalaca olduğundan sanırım bahsetmeye lüzum yok. Beraber öğrenebilmek birbirinin saflığını ve eksikliğini kabul etmeyi gerektirmez mi? Bir aidiyet yoksunluğu var gibi hissediyorum. O zaman parçaları nasıl birleştirebileceğimize baksak nasıl olur? Anlayacağınız eksikliklerimizi kabul edebilmek adına iki misli bir budalalık içine girmeyi tercih ettik. Bu hususta bizlere kalıplara sıkıştırmalarını engellemek ve başkalarının düşüncelerinden muaf kalma özgürlüğüne sahip olmak dergimizin ana gayesi haline gelebilir diye umut ediyorum.
Hepsi bir araya gelip Dubala’nın sırtlarına doğru tırmandılar. Uzun boyunlu kum bayırlarını aştılar. Yalnızca sis bulutlarının düşlerinde yaşayan otlak seraplarını aştılar. En nihayetinde çadırların etrafında küçük bir çember oluşturdular. Evimiz nerede diye sordular? Nereye dokunarak parmak izlerimizi bırakabiliriz diye soruşturdular. Yeni ve yaratıcı bir şekilde derdimizi nasıl ifade edebiliriz diye sorguladılar. Hayatta gördüklerimiz, yaşadıklarımız, sevdiklerimiz küçük haylazlıklarımızın sis bulutlarından yansıyıp üzerimize düşmesi mi diye sordular.
“Esasında her birimiz birilerine bağlanarak sonsuzluğa ulaşabileceğine büyük bir yanılsamayla inandığımız sonsuz gemilerin arkasına takılmayı arzuluyoruz. Ancak inancımız ve kalıcı sevgi büyüsü bizlerin elinden alınmış gibi.”
Sanki evimizden uzaklaşıp gitmek ve eve yeniden dönebilmek arasında bir noktada kilitli kalıyorum. Yüzleri, acıları, ailemi, sevdiklerimi, öfkemi öldürerek geride bırakıyorum. Kaçınılmaz şekilde yerimizi yurdumuzu geride bırakıyoruz. Esasında her birimiz birilerine bağlanarak sonsuzluğa ulaşabileceğine büyük bir yanılsamayla inandığımız sonsuz gemilerin arkasına takılmayı arzuluyoruz. Ancak inancımız ve kalıcı sevgi büyüsü bizlerin elinden alınmış gibi. Sevgiler, yalnızlıklar, umutlar ve anlar parçalanmış bir kaplumbağanın çaresizlik içinde sığındığı derisinin en derininde kaybolmuş ve bunu hissedebiliyor ancak kaplumbağanın yuvasına ulaşamıyoruz. Bir araya gelmeyi anlamlı kılan şey, evlerimizin en dip mahzeninin kapılarını açmak değil midir birbirimize? Farklı mahalleler, ortak sorunlar, farklı sorunlar, ortak dertler, ortak evler, yabancılık çektiğimiz dikenler, sorunlar, kimlikler, bağlar ve aidiyetsizlikler arasına set çeken evlerimizden ve vardığımız yeni yerlerden uzaklaşmışız sanki.
“Dubala” dergi herkesin sözünü esirgemeyeceği bir ortaklık öneriyor. Herkesin ruhunu ve aklını bırakabileceği, düşünülmeyenler üzerine de düşünmeye ve söz söylemeye çalışan bir dergi olması iddiasıyla yola çıkıyoruz. Evini terk eden ve gittiği yerde de evinde hissedemeyen. Sürekli yanlış bir zaman ve yerde yaşadığımız duygusunu içinde taşıyanların ruhunu bizlere getirmesini istiyorum. Fakat bütün bu olanların ve çabamızın nereye bağlanabileceğini ancak yolculuğumuz sırasında kestirebileceğiz.
Hakikat olmasa da ona yakınlaşabilme umudunu yitirmek trajik olurdu. Bir insanı tanıyabilmek ve bir yapıyı anlayabilmek ancak derin bir sadakatin ve tutkunun eseridir. O zaman elden ele dolaştırabileceğimiz bir karanfilin kokusunu etrafa sinsice bulaştıralım. Sonrasının ne olacağını ise koşullar karar versin.