Ne Yetiştirirlerse Onu Yiyebiliriz (Doğal Olanın Ölümü)

Selahattin Kuzey Taran

Yaşamak ve hayatta kalmak üç temel öğeden oluşur; korunmak, su içmek ve yemek yemek.  En ilkel yönüyle hayat bundan ibarettir. Kulağa basit gelse de aslında işin en zoru budur.  Bir toplumun oluşmasına sağlayan yolculuk ise tarımla başlar. İnsanlığın bugüne kadar öğrendiğimiz tarihinde, toplulukların oluşumu, tarımın yapılmasıyla ortaya çıkmıştır.  Tarım aslında, etrafımızda olan biten her şeyin ustası olunması gereken bir farkındalık sanatıdır.

            Çiftçi dediğin insanlar her toplumda ve dönemde ekonominin büyük bir bölümünün kaynağı ve saygı duyulan bir katmanıdır. Tabiki en gelişmiş olduğumuzu sandığımız modernite sonrası dönem hariç . Oysa ki çiftçiler bu dünyaya ekmeği, peyniri, şarabı, zeytinyağını yaratan ve aslında hayatı yaşanılır kılan kişilerdir. “Bizim oranın salçası çok iyidir. Gecen köyden zeytinyağı geldi inanılmaz. Şuranın tandırı inanilmaz kesin denemelisin” gibi cümleleri çifçiler sayesinde kurabiliyoruz. Tohumdan ,sebze meyveye, yumurtadan, tavuğa,, inekten peynire; yaratım ile dolu bir meslek. Çiftçilik yaratıcılık dünyasının merkezinde olması gerekirken şuanki  yerlerini sanki sosyal medyacılar almış gibi gözüküyor.

            Şimdilerde ise çiftçilik sonu karanlıkla biten bir yola dönüştü. 11-12 bin yıl içinde atalarımızdan aldığımız hayatta kalma öğretilerimizi, çöpe atmak için elimizden geleni yaptık. Taşlara kazıdığımız yıllarca silinemeyen bilgileri, resimleri, anıları, pili bitene kadar işe yarayan kutularla değiş tokuş ettik.Bir de bunun üstüne “Hala vay anasını ne kadar iyiyiz” diye kibirli kibirli konuşuyoruz. Hala tek yaptığımız, ‘bir şey olmaz güneş her sabah doğuyor’ diyerek, zayıflığımızın üstünü örtmek oluyor. Akıllanmamız çok zor ve bunu çok iyi biliyoruz. Kendi bokumuza batmadan sıçtık diyemiyoruz.

“Kendimizi kuzu sürüleri gibi şehirlere kapatmış, saçma sapan dertlerle uğraşıyoruz. Daha “iyi” bir hayat için, duman altında, pislik içinde yaşıyoruz. Sonra kanser olunca şaşırıyoruz. Biz olmayacağız da kim olacak? Deresini, okyanusunu, dağını, ormanını pislettiğimiz hayvanlar mı?”

            İlkel diye arkamızı döndüğümüz dünyaya tekrar tekrar bakmak zorundayız. Besinimizi, kendimize ve sevdiklerimize üretmeyi öğrenmezsek, o sevdiğimiz ekmekleri, peynirleri, şarapları, zeytinyağlarını daha çok ararız. Çünkü bize ilkel ve zor geldiği için emek vermekten kaçındığımız  bu meslek insanligı hayatta tutma sanatıdır. Başka öğretileri veya zanaatları nasıl unuttuysak korkarım ki çifçiliği de  unutacağız ve öğrendiğimiz her şey zaman içinde kaybolacak. Bu olmadan oturup düsünmek gerekir. Çiftçi olmayı tekrar sevmemiz lazım. Çiftçinin becerisini gururunu ve simyasını tekrar yaşamamız ve yaşatmamız lazım. Yoksa zamanla tozla beslenmeye başlar, laboratuvar eti yeriz. “Yok canım yediremezler deme, ne yetiştirirlerse onu yeriz.” Köpek ve kedilerimize kuru mama yediriyorlar, zamanı gelir sıra bize gelir. Ya tavuk ile yumurtanın, zeytin ile toprağının, ineklerle peynirin ilişkisini anlarız ya da peynir diye kimyasal peynirimsi şeyleri yer niye sağlıklı olamadığımızı sosyal medya üzerinden çözmeye çalıştığımızı anlatırız. Çiftçiliği bilmek, doğanın oluşumunu, hayatı ve ölümü anlamak, yağmuru ve güneşin becerilerini görmek inanın çok daha tatmin edici. Nasıl bir an doğanın içine girince anlam veremediğimiz bir huzur ve mutluluk ile kaplanıyoruz, bir de bu hisle beraber doğanın içindeki sonsuzlukta çalışabildiğinizi düşünün

            Teknoloji kötüdür ve işe yaramaz, atın her şeyi demiyorum. Denge çok önemli hayatta, sadece bir tarafa odaklanmak yok olmaya yürümektir. “Her şeyin fazlası zarar.” diye boşuna dememişler. Sadece üretim yapmak ürün fazlalığını arttırır, kullanılmazsa çürür bozulur ve enerji boşa gider. Aynı şekilde sadece tüketim yapmaksa çok fazla enerji gerektirir. Bir sürü zayıf nokta yaratır aşırılıklar. Denge lazım. hem üreteceğiz. Hem kullancağız elbette. Yalnız şunu eklemem gerekir ki, kullanabildiğimiz kadar üretebilmemiz elzem. Doğayı izle bak neyi nasıl yapıyor, boşa enerji harcamak yok. Tembellik yapmak yok. Döngüye uymazsan elenirsin. İstesek de istemesek de bizi buraya getiren düzene kendimizi bırakmamız, teslim olmamız lazım. Yoksa yiyeceğimiz şeyler belli.

Kendimizi kuzu sürüleri gibi şehirlere kapatmış, saçma sapan dertlerle uğraşıyoruz. Daha “iyi” bir hayat için, duman altında, pislik içinde yaşıyoruz. Sonra kanser olunca şaşırıyoruz. Biz olmayacağız da kim olacak? Deresini, okyanusunu, dağını, ormanını pislettiğimiz hayvanlar mı? Elimizdekilerin değerini nasıl bildirecekler acaba. Yediğimiz balığın evine pislik boşaltıyoruz, domatesimizi her daim hazır olsun diye kimyasala bandırıyoruz. İnekler hemen büyüsün diye tek çeşit yemi kafasına geçiriyoruz. Ne yersem oyum diye bir düşünsek ne yediğimize bir baksak ne olur acaba?

Ne Yetiştirirlerse Onu Yiyebiliriz (Doğal Olanın Ölümü)
Okuyucu Derecelendirme1 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews