Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Kübra Akdoğan

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

‘Bana bir şey yazdırtmadıktan sonra beni niye okuttunuz? Âlemin kızları yazıyorlar bir şey olmuyor da ben yazarsam mı ayıp olacak?’

Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç”. Pek çok insanın sıkça duyduğu, kitapçılarda, kütüphanelerde göze çarpan; okunmasa da kulaktan kulağa çalınanlarla okunmuş hissi yaratan hem tanıdık hem de son derece yabancı bir Türk edebiyatı klasiği… Kitapların davaları önemlidir; yazılanlar sizi yola da getirebilir yoldan da çıkarabilir. Yazı ateşli bir iştir, peki ya yazanların ateşi… Hüseyin Rahmi’yi yakan ateş ne idi? Servet-i Fünûncuların yaşıtı olan, ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde geçirmiş paşa oğlu bir adamın ateşi ne olabilir ki diyebilirsiniz; haklısınız da ama hakikat her zaman görünen ile örtüşmeyebilir. Peki, kim bu görünenin ardındaki.

Hüseyin Rahmi natüralist bir yazardır; yazılarını “toplum için sanat” görüşü ile kaleme alır. Eserlerinde toplumsal eleştirilere yer verdiği için zaman zaman natüralistlerden ayrılsa da Mürebbiye(1899) romanında karakterlerinden birine bu akımı anlattıracak kadar önemsemiştir Natüralizmi. Gürpınar’ın göze çarpan en belirgin özelliği halkın anlayacağı konuları, mizah unsurlarını ele alarak halk dili ile yazmasıdır; karakterleri genelde anormal tiplerdir: aşırı ihtiraslı, aptal, batıl inançlı, cahil, züppe…  “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç”da ise tüm bu anlatılanların ve de daha fazlasının izlerine rastlarız. Roman, Emeti, Bedriye ve Emine isimli üç ev hanımının camdan cama yaptıkları dedikodular ile başlar. Ve elbette gündemlerinin en önemli konusu dünyaya çarpacak olan kuyrukluyıldızdır.

“-Aman ben de korkacak bir şey zannettim. Çarpacaksa çarpsın. Ne var? Kapımı kapar evciğimizde otururum’ der Emine.”

Sonrasında gelişen diyaloglar, kadınların bir yandan tüm mahalleyi çekiştirirken bir yanda da üzerinde hiç fikir sahibi olmadıkları halde sıkça konuştukları kuyrukluyıldız meselesi hele bir de Emeti Hanımın küfeye düşmesi okurken sizi oldukça güldürebilir. Karakterler dönemin günlük konuşma dilini kullanır; “bırah”, “serhoş”, “kuyruhlu, çızıklar”… Cahil, koca yolu bekleyen, dedikodu sever özellikleri ön plana çıkarılan bu kadınların “parası olmayanları kim düşünür” “şimdiki tazelerin gönülleri pek arsız, aya güneşe âşık olan budalalar çok…” diyerek toplumsal eleştirilerde bulunmaları romanı da karakterleri de daha çekici hale getirir. Sonra birden bire İrfan Galip adında tahsilli bir genç ile karşılaşırsınız; bu genç aşk konusunda pek tahlisizdir; kadınları sevmediğini söyler ama onların ilgisi olmadan da edemez. İrfan Galip ile ilgili bu detayı okurken aklıma birden Çehov’un “Küçük Köpekli Kadın” hikayesi geldi ( The Lady With The Little Dog) Gurov ve İrfan’ın kadına yaklaşımlarını birbirlerine oldukça yakın buldum ben; hikayeye bir göz atmanızı öneririm. Bu kuyrukluyıldız meselesi İrfanın da gündemindedir. Hem cahil bulduğu halkı bilgilendirmek hem de kuyrukluyıldızdan korkan zavallı kadınlardan bütün hıncını almak için konferanslar düzenlemeye başlar. Konferansları sırasında gökyüzü, yıldızlar, gezegen, güneş sistemi, yörünge hakkında saatlerce konuşur İrfan; onun konuşmalarını okurken Hüseyin Rahmi’nin bilgisine hayran kalsam da olay akışını bölmesi ve gereksiz bilgi verip romanı teknik açıdan kusurlu hale getirmesine de içerlemedim değil. Bir de konferansları sırasında onu dinlemeye gelen kadınlara rüyalarını anlatır İrfan Galip; bu hikâye içinde hikaye anlatma tekniğidir ki tekniğin en önemli öncüleri “Binbir Gece Masalları” ve Muhayyelat-ı Aziz Efendi”dir. Tam “sıkıldım, artık okumayacağım” derken İrfanın “kadın doğduğuna üzülen bir zavallı” imzası atılmış bir mektup alması, mektubun “bu memlekette kızlar için ayıp olmayan ne var acaba” diyerek dönemin kadına yaklaşımını açıkca gözler önüne sermesi, dahası “bana yazdırtmayacaktınız madem beni neden okuttunuz” diye bağıran cesur bir kadın karakterin varlığı heyecanımı ve merakımı ayyuka çıkardı ve sabırsızlıkla çevirmeye başladım sayfaları. Daha sonra Feriha Davud ile tanıştım; şüphesiz şu ana kadar tanıdığım en cesur, en zeki kadınlardan biri Feriha. O yazdığı tüm satırlarda bağıra bağıra şunları söyler;  “Şu şekilde yetiştirdiğiniz kadını ne hakla beğenmiyorsunuz? Nasıl? Bir kadından düşündüğünüz dışında da faydalanmak mümkünmüş değil mi?”

Aklıma gelen şeylerden ilki “Evelina” romanın yazarı Frances Burney’in babası ve üvey annesi tarafından “yazmak kadınlar için uygun bir iş değildir” diyerek yaktırılan yazıları idi. Dünyanın her yerinde yazmanın ve okumanın kadına yakıştırılmaması canımı yaktı.

Feriha yüzünü bir kez bile göstermez İrfan Galip’e, zekası ve düşünceleri ile onu kendine âşık eder. Döneminin kadınlarının aksine seçilen değil seçen olur Feriha, geleneklere uymayan, aydınlatan, değiştiren, gümbür gümbür bir karakterdir. İrfan adım attığı her yerde bu gizemli mektup arkadaşını, sevgilisini arar; baktığı her yerde onu görmeye çalışır; kafasında peri kızı gibi bir güzel vardır ve ona kavuşma arzusuyla yanar da tutuşur. Kederli bir bekleyiş içinde kalmıştır zavallı.. 90’ıncı sayfadan sonra olay örgüsü, mektuplaşmalar, diyaloglar müthiş bir ivme kazanır ve tek solukta okuyuverirsiniz; hikayenin sonu ile ilgili daha fazla ipucu vermek istemiyorum; merak güçlü bir dürtüdür, okuyun, okutturun; bakalım sizler neler bulacaksınız ben de merakla bekliyorum.

“Şaban televizyona verdiği röportajda dönüp der ki “babam da olsa halkı kazıklayanın alkışlanmasını istemem.” Hüseyin Rahmi ise ekler satır sonuna “meğer âdemoğlu hileden ibaretmiş.”

 Yazı bir alev topudur hem yakar hem aydınlatır. Hüseyin Rahmi’nin kalemi toplumun yaralarını bir dantel gibi satır satır işler kâğıda, yolsuzlukları, haksızlıkları ve de yalanları okurken yaralanırsınız; farkında olduğunuz ama hep göz ardı ettiğiniz gerçekler kanatır sizi; bu gerçekten de yazının yakıcı gücüdür ama tüm yaraların panzehrini de yazar Hüseyin Rahmi satır aralarına. Bazen dolaylı bazen doğrudan cesurca ve de zekice eleştirir toplumu. Örneğin sayfa 82’de insanlar ölüm korkusuyla yaptıkları bütün hileleri ve aldatmacaları birbirlerine anlatır ve helallik alırlar. Esnaf süte su kattığını, hastalara, bebelere bile öyle sattığını itiraf eder; Kemal Sunal’ın “Yüz Numaralı Adam” filmini hepimiz izlemişizdir; Hacı Rüstem benzine bile su katar, 30 üretir de 100 satar. Şaban televizyona verdiği röportajda dönüp der ki “babam da olsa halkı kazıklayanın alkışlanmasını istemem.” Hüseyin Rahmi ise ekler satır sonuna “meğer âdemoğlu hileden ibaretmiş.” Bir diğer özelliği ise dönemin İstanbul’unu çok yalın, gerçekçi ve doğrudan bir anlatım ile aktarması; İrfan Galip Galata Tüneli’ne gittiğinde Bindirdirek’e bindiğinde ben de eşlik ettim onun yolculuğuna. Ve son olarak Hüseyin Rahmi’nin halkın dilini çok iyi biliyor olması ve onları kendi ağızlarıyla konuşturması; görücü usulü evlilikleri; gelenekleri, sosyal hayatta yan yana yürümeyen kadın ve erkek portelerini açıkça çizmesi hem romanın sıcaklığını arttırıyor hem de bilgilendirici bir metin haline getiriyor yazılanları. Feriha Davud gibi aslan yürekli, eğitimli, zekâsı ile her durumu lehine çevirebilen, kâğıda kaleme dokunmayı en çok onların hak ettiği güzel kadınların varlığının artması, Hüseyin Rahmi gibi kadınlara sahip çıkan; arkalarında duran aydın ve yüksek ruhlu adamların ve yazarların çoğalması ve de çiçeklenmesi ümidi ile…

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
Okuyucu Derecelendirme1 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews