Yazar: Ömer Çeşit. Röportaj: Mine Söğüt
Ahlak nedir? Kimlerin ahlakını yaşıyoruz?
Ahlak insanlığın kendisini kendi yalanlarına ikna etmek için rasyonelleştirdiği gerçekdışı bir değerler kümesidir ve iktidarların en güçlü manipülasyon silahıdır.
Ahlaka ihtiyaç var mı? Varsa hangi noktalarda var? Bilincimiz hangi bağlantıları kuramıyor? Neyin iyi olduğuna karar verirken kimlerin fikirlerinin etkisi altında kalıyoruz?
Ahlak fikri mevcut olduğuna göre bir ahlaka ihtiyaç var. Ama hangi ahlak o? İyi ve kötü, doğru ve yanlış kavramları felsefenin en temel ve en muğlak meselelerinden biridir. Ahlak da bu meselelerin muğlaklığından faydalanan sinsi bir değer silsilesidir. O değerler üzerine oynayan iktidarlar bilinci, inancı ve hatta ihtiyaçları kolayca kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilir ve sadece çağın ahlak anlayışını tabulaştırmakla kalmayıp bu tabulaştırmanın kendi erklerini de dokunulmaz kılmasını sağlarlar. O yüzden din ve ahlak birlikte anılan ve birlikte kabul gören birbirine ilişik iki kavramdır ve insanlığın dini ve beşerî hukukunu birbirine paralel ve haliyle de sorunlu bir şekilde biçimlendirmektedir.
Misal, sorunuzun cevabını, uluorta sevişilmeyeceğine hep birlikte ikna olan şu insanlığın uluorta savaşılmayacağına nasıl olup da ikna olamadığını düşünmeye başlamakta arayabiliriz.
İyi ya da kötü diye bir şey var mı? İyilik bağlamına ve zamanına göre değişir mi? Çoğunluğun ve ailenin tahakkümünden nasıl kurtulabiliriz?
Tarifini yapabildiğimiz soyut ya da somut, her şey mutlak vardır. Ama o varoluşun içini doldurduğumuz anlamlar değişkendir. Çağdaş insanın meselesi üzerinden düşünürsek iyi ve kötüyü soyutlamak için cehennemi ve cenneti tarif edebilen ama bilinen tarihinde mütemadiyen cenneti değil cehennemi modelleyen insanlığın öncelikle kendi gerçeğiyle yüzleşmesi gerekir. Bunun yolu da tüm inançların mitolojik değerler rafına kaldırılmasından geçer. İnsan kendi kitabına, kendi varlığının sorumluluğunu ve kendi tercihlerinin sonuçlarını yazmadıkça korkunç bir masal dünyasının hoyratlığında birbirine ve tüm evrene zarar vere vere var olmayı sürdürmeye mahkumdur.
İnsanlar seçimlerini kurumlara ihtiyaç olmadan da özgür iradeleriyle yapabilirler mi? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?
İnsan zaten tüm seçimlerini özgür iradesiyle yapıyor ve yanlış yapıyor. Onun seçimlerini yönlendiren o kurumlar ilahi bir yerden kurulmadılar. Sitemi insan kurdu. Kendi kafesini kendisi ördü. O kafesi yok etmek de yine kendi meselesi. İnsan ne yaparsa o olur. Misal, sorunuzun cevabını, uluorta sevişilmeyeceğine hep birlikte ikna olan şu insanlığın uluorta savaşılmayacağına nasıl olup da ikna olamadığını düşünmeye başlamakta arayabiliriz.
Tüm iktidarlar sorunludur. Kolektivizmin adaleti de düzenin adaletinden örneklendiği için , düzene karşı duruşu güçlü olamaz, haliyle de o karşı olunan düzen tarafından kolayca kapsanıp, düzenin içinde eritilir.
Günümüzde neo-liberalizm ve adaletsizliklerden tek kaçış yolumuzun medeniyetin dışına çıkmak olduğu ile ilgili bir algı mevcut. Bu durum hem filmlere hem de kitaplara yansımakta, kolektivizm öldü mü? Neden düzene karşı örgütlü bir karşı duruş sergilenemiyor günümüzde sizce?
Muktediri yetkilerle donatmayan ve ona denetleme, ödüllendirme, cezalandırma gibi üstünlükler tanımlamayan bir örgütlenmede yaşanabilecekleri öngörmekte zorluk çekmeyen insan, her örgütlenmede muhakkak bir iktidar yaratma ihtiyacındadır ve tüm iktidarlar sorunludur. Kolektivizmin adaleti de düzenin adaletinden örneklendiği için , düzene karşı duruşu güçlü olamaz, haliyle de o karşı olunan düzen tarafından kolayca kapsanıp, düzenin içinde eritilir.
Gençlere beraber üretebilmeleri anlamında ne tavsiye ederseniz?
Benim dahil olduğum neslin, kendisinde gençlere bir şey tavsiye edebilme hakkı bulabileceği kadar temiz bir sicili yok maalesef.
Sizce dünyadaki adaletsizlikler nasıl çözülebilir? Ya da nasıl bir karşı duruş sergilenebilir? Kaybettiğimiz bağları nasıl telafi ederek yeniden inşa edebiliriz?
İşe adaleti en baştan ve bambaşka bir yerden tarif etmeyi deneyerek başlayabiliriz. Mevcut hukukun temelinde “miras” hedefi olduğuyla yüzleşerek, mülkiyet ve mahremiyet kavramlarının gerçekte ne anlama geldiğini öncelikle kendimize itiraf ederek ve mevcut sistem yıkılırsa dünyanın sonunun gelmeyeceğini belki de “idealize” edilen insanlığın anca o zaman bir yerden başlama umudu olabileceğini düşünmeye ikna olarak…
Tüketim ve hız çağında habercilik nasıl değişti?
Habercilik tüketim ve hız çağında kendisinden artık hiç şüphe etmemeye başlayarak değişti. İlan ekonomisine bağlı olan varlığının ödediği bedellerin meslek etiğine düşürdüğü gölgeyi sorgulamayı bırakarak değişti. Patronsuz ve ilansız sadece okurun, izleyicinin desteğiyle varlığını sürdürmenin tartışmasız bir şekilde imkânsız olduğuna külliyen ikna oldu. Vahşi kapitalizmin içeriden yıkılabilecek bir kale olmadığını zamanında idrak edemedi ve o kaleye tutsak oldu.
Yeni jenerasyondan memnun musun? Nasıl bir dünya bekliyor yeni jenerasyonu?
Daha önce de söylediğim gibi benim dahil olduğum neslin gençliğe bir memnuniyet karnesi vermek gibi bir ehliyeti olamaz. Sadece yeni nesilden bir umudu olabilir. O umudun temelinde de yeni neslin eski nesillerle arasındaki muazzam kopuş yatar. İnsanlığın ve dünyanın kaderini ancak bize hiç benzemeyen ve başka hayaller kurup, başka hatalar yapan bir yeni nesil değiştirebilir.