Yapay Zeka Dünyasındaki Son Gelişmeler

Cem Say

Yazar: Ömer Çeşit. Röportaj: Prof. Dr. Cem Say

Toplumsal bir soruyla başlamak istiyorum hem Boğaziçi Üniversitesi’nde hem de Türkiye’de inşa edilmiş objektif, köklü kurumlar adına şu sıralar sancılı bir dönemdeyiz. Bu durumla ilgili neler yaşanıyor Boğaziçi Üniversite’sinde ve gelecek ile ilgili temennilerimiz neler? Bunun yanı sıra “Budala” dergisi gibi farklı kurumları inşa edebilme açısından gençlere tavsiyeleriniz neler?

Boğaziçi Üniversitesi hem bildiğimiz bir takım farklılıkları olduğu için, hem bunun yanında hepimizin bildiği Boğaziçi kültürü dediğimiz mefhum olduğu için, hem Boğaziçi anayasası diğer kurumlara göre daha farklı bir koruma sağlayabildiği için ama temelde de Boğaziçi hocaları mesela o rektör adayı seçimlerinde birinci olamazlarsa, seni tayin edelim dense bile kabul etmeyecekleri için, işte  bu tarz bir anlayış öteden beri inşa edildiği için, bizim okulumuz bir nevi ele geçirilme operasyonları sırasında diğer üniversitelere nazaran çok geride kalmıştı.  Hatta seçilmemiş ilk rektörümüz Mehmet Özkan’da gerçek bir Boğaziçi Üniversite’li gibi davrandığı için, Gerçek bir rektörün davranması gerektiği gibi esasen okulun temsilcisi, okulun problemlerini çözmeye çalışan insanlardan birisi olarak düzgün bir performans gösterdiği için, 2016 yılından 2020’nin sonuna kadar da durumu idare etmişti. Fakat 2021’in başından itibaren demin bahsettiğimiz, kurumların ele geçirilme girişiminde, Boğaziçi Üniversitesi’ne de sıra geldi. 

Başka bir ülkede bir yeri değil kendi ülkendeki bir kurumu neden ele geçirmeye çalışırsın bu çok enteresan bir durum. Bir de özellikle özerk olması gereken, hatta özerk olmazsa zaten bir işe yaramayacağını herkesin anlamış olması gereken bir kurumun neden bu özelliğini yok edip tamamen kendine benzeyen bir yapıya dönüştürmek istersin?  Bu sorunun maalesef, derin ulvi bir yanıtını bulamıyorum. Aklıma gelen yanıtların hepsi çok daha basit günlük hesaplara dayalı şeyler. Şu anda da böyle bir haksızlığa her ne kadar hukuki yöntemlerle karşı çıkmaya çalışsak da usul usul bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşümün yapanlar dahil hiç kimseye faydası yok. Umarım ülkemizde bir değişim olur ve bu durum felaket boyutlara ulaşmadan üniversiteyi eski haline döndürebiliriz.

Günümüzde demokrasi açısından yepyeni bir döneme girdik. Veri savaşları ve her şeyin dijitalleşmesi söz konusu. Sosyal medya artık hepimizin hayatında, telefonlarımız adeta ayrılmaz bir uzvumuz gibi ve müthiş bir veri yığını ve dezenformasyon söz konusu. Örneğin,  anlık dürtülerimizle farkında olmadan yaptığımız bir tıklamanın verileri başka kurumlar tarafından analiz ediliyor ve bizlere klasik bir tüketici gibi davranılıyor. Örneğin psikometri denilen “Cambridge Analytica”nın yaptığı iddia edilen skandal. Günümüzde aynen bu tarzda çalışmalarsa, yapılmaya devam ediliyor. Bunun yanı sıra komplo teorileriyle yapılan manipülasyonların çok daha elverişli hale gelmesi gibi sorunlarla boğuşuyoruz. Bir de şöyle bir yorum var. Hannah Arendt, Richard Senett, Jürgen Habermas gibi filozofların değindiği “kamusal alan”ın çöküşü içine girmiş olabilir miyiz? Mesela farklı görüşteki insanlarla sosyal medya bizi buluşturuyor mu? Yoksa bizler kendi yankı odalarımızda ötekini algılayamadan belirli yazılar yazıyoruz ve o yankı odalarında kendi kendimizi tatmin mi ediyoruz?  Dijital medya çağında kamusal alan çöküyor ve ötekilerle demokratik bir iletişime geçemiyoruz türünde eleştiriler var. Bu veri savaşları, dijitalleşme ve totaliterleşme ile ilgili popülist ağın deşifre olması ve post-hakikat dönemi ile ilgili sizin düşünceleriniz neler? Bir Bilişsel bilimci olarak bu gelişmelerin daha olumlu demokratik hale evrilebilme ihtimalini görüyor musunuz?

Şu an itibariyle bu sosyal medya denilen zımbırtının, (belki de mühendislerin bütün bu detayları düşünmemesinden kaynaklanan diye iyi niyetli bir kayıt düşeyim) ne gibi sorunları yarattığını nelere yol açtığını sen iyi bir şekilde anlattın. İnsanları viral bir şekilde birbirleriyle iletişim kurabilir hale getirdiği zaman, bir kere bütün insanlar birbirleriyle eşit miktarda iletişim kurmuyor. Bunu kötüye kullanmanın yani herhangi bir toplu konuşma ortamında daha çok bağırmanın falan ayrı bir dominantlığı oluyor. İsteyerek ya da istemeyerek bu topluluğu bölmeye çalışanlar, bir farklılığı, ( çok saçma önemsiz bir farklılık da olabilir bu) vurgulayarak kamplar yaratmaya çalışanlar için çok elverişli bir altyapı sağlanmış durumda. Durup dururken insanlığın belki de doğasında olan bir şey, bir anda (insanların bölünmesini normal koşullarda sağlayamayacak bir yerden) insanları bölebiliyor. Bazense bölünen insanlar daha küçük parçalara tekrardan bölünüyor. Ne kadar akıllılarsa o kadar çok küçük parçalara bölünüyorlar hatta. Daha aptal olanlar daha büyük parçalarla halinde durabiliyorlar. İşin bir kısmı matematikle daha çoğu sosyal bilimlerle açıklanabilecek bir durum gerçekleşiyor. Böylelikle bir kez büyük resmi görebilen birisi hakikaten bu koşulları rıza mühendisliği için kullanabiliyor. Halkın yeterli bir miktardaki oranını, belirli bir tarafa saptırmak için, seçimlerde “Cambridge Analyticha”nın yaptığı gibi belirli gurupların herhangi bir şehirde hiç zahmet edip sandık başlarına gitmemesini sağlamak için bunun gibi mikro düzeyde konularda rıza üretimine el veren koşulları sağlayabilen bir dijital yapı içindeyiz. Eğer birileri demokrasinin geleceği ile ilgili kaygılanıyorsa, bu konulara bir şekilde değinilmesi lazım.  Sistemin nasıl çalıştığının ve dinamiklerinin ne olduğunun çok derin bir şekilde incelenmesi lazım. Bence bu açıdan insanlık adına kötü gelişmelerle karşı karşıyayız. Birbirimizle iletişim kurabilmenin yolu bu olmamalıydı bence. Çok beğenmiyorum şu andaki sosyal medyayı. Bence Elon Musk   beter bir sistemi daha da beter bir duruma getirecek. Bakalım ne olacak?

Peki bu konularla ilgili olumlu bir çözümünüz var mı? Daha farklılıkları bir araya getiren şekilde sosyal medyayı ve yeni teknolojileri nasıl kullanabiliriz?  En nihayetinde beğenilerimize göre şekillenen bir “kültür endüstrisi”nden bahsediyoruz. Bu durum Youtube’da da öyle diğer sosyal medyalarda da öyle. Bu mecraların çeşitlenmesi bir çözüm getirebilir mi? Yoksa bu teorik parçalanmayı alt edebileceğimiz teknolojiler geliştirebilir miyiz? Bir de ben şunu merak ediyorum. Korona döneminde sosyolojik olarak mekân kaybı yaşadık. Örneğin derslerimizi dijital platformlarda işledik. Çok güzel teknolojiden faydalandık fakat bir şey çok eksik kaldı. O eksiklik de “Zoom”dan ya da başka platformlardan bir araya gelmesiyle, insanların bir çalışma ya da üretim yapmasında bir mekânda buluşabilmeleri arasındaki farkı deneyimledik. Sizce yeni teknolojileri kullanarak mekânı tekrardan inşa edebilecek miyiz?

 Şuana kadar bilgisayarcıların yaptığı ortaya koydukları yeni teknolojik şeyler tam tersine herkesi birbirinden başka yerlerde de olsa iletişimi sağlayacak şekilde adapte etti. Soru şu anlamda çok önemli, belirli konularda teknolojik gelişim bizi yanlış yönlere de sevk etti. Bu durumu farklı çalışmalar ve teknolojilerle tersine nasıl çevirebiliriz? Bu soru harika bir soru. Cevap olaraksa aklımda net bir şey yok ama birilerinin bu konuda çalışması lazım ve eminim ilginç bir şeyler çıkacaktır bu konuda.

Kuantum bilgisayarları ile ilgili ne gibi yenilikler ve gelişmeler gerçekleşmekte? Sizin takip ettiğiniz ilginç yeni gelişmeler var mı? Çünkü çok yeni bir dal. Demokrasi anlayışımızı kuantum bilgisayarları değiştirebilir mi? 

Kuantum bilgisayarları konusunda teknik gelişmeler olmaya devam ediyor. Ancak hakkında yaratılan heyecanla ilgili, bir sönüş mevcut. “İşte ben bunu “startup”ını yapıyorum. Bana yatırım verin. Kuantum bilgisayarları geldiğinde her şey değişecek.” gibi heyecan yaratan absürt iddialarda büyük artış var. O yüzden bu duruma biraz dikkat etmek lazım. Aslında bu vaktiyle yapay zekâ uzmanlarının başına birkaç kere gelmişti.  Yapay zekâ ile ilgili iddialar bir dönem bir hayli abartıldı. Yapay zekaların gelişmesi muazzam seviyelerde olsa da iddialar o kadar abartılıydı ki, bir süre sonra bireylerin bu konuya ilgileri sönümlendi. Fonlama ajanslarının bu tarz fikirlere fon vermeyi kesmesini falan kapsayan “yapay zekâ kışı” denilen bir takım olaylar yaşanmıştı. Tıpkı bu duruma benzeyen bir kuantum kışı, kuantum hayal kırıklığı mevsimi yaşanabilecek kadar çok, palavra iddia görmeye başladım. Örneğin bankada kullanacak şeklinde. Günün birinde o bilgisayarı yaparsak, bir gün hakikaten bazı optimizasyon işlerini şimdi yaptığımızdan daha hızlı yapmayı başaracağız orası kesin. Matematiği bizlere bunu gösteriyor da, henüz o bilgisayar o güzellikte, meydanda yok. Burada da birazcık bilimsel okuryazarlıkla ilgili kuantum bilgisayarları nedir? Şuanda teknolojinin durumu nedir? On sene sonra neler olabilir gibi soruların cevaplarını insanlara sakin sakin anlatmakta yarar var. Benim gördüğüm en büyük etkisi şu olabilir, yerleşik şifreleme sistemlerinin tamamen elden geçirilmesi olabilir. Mesela bu “blockchain” denilen sistemin, dayalı olduğu dijital imza sistemi, eğer büyük boy bir kuantum bilgisayarımız olsaydı, bizler birer “bitcoin” milyoneri olabilirdik. Kuantuma dayanıklı bir sistem değil çünkü “blockchain” sistemi. O tarz sistemlerin elden geçirilmesi gerekebilir. Ama demokrasiyi, altüst eder ya da hizmet eder gibi bir yorumu doğru bulmuyorum. Şimdiki klasik bilgisayarlarımızın demokrasiye nasıl zarar verdiği ortada.  Kuantumun da demokrasi açısından ekstra bir faydası olacağını sanmıyorum.

Son senelerde metaverse heyecanı yükseltildi. Henüz bu konuyla alakalı somut bir gelişme göremedik.

Hakikaten o örnek bir şirket nasıl daha fazla çırpınıp hiç yoktan kar edebilir durumunun tipik bir örneği gibi bir durumdu.

Blockchain teknolojisi üzerinden doğan teknolojiler aslında güzel teknolojilerdi. Örneğin akıllı kontrat dediğimiz sistem.  Aynı zamanda bütün bu teknolojilerle beraber Web 3 teknolojisi de moda oldu. Bütün bu teknolojiler düşündüğümüzden çok daha fazla kişiye yayıldı. Tabii bunda Korona virüsünün de etkisi oldu.  Web 3 teknolojisi ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce ileride blockchain teknolojisi kullanılmasa bile yine de merkeziyetsiz sistemlere doğru bir gidişat yaşanabilir mi?

Genel olarak merkeziyetsizlik denilen fikir, harika bir fikir. Benim meslek hayatım boyunca duyduğum en iyi fikirlerden birisi. Tam teknolojisinin adına odaklanmasak bile düşünsene, binlerce yıldan beri insanlar bir merkez olmadan yönetimsel işler yapılmaz diye düşünmüşler, fakat sonra birileri şunu iddia ediyor “hayır merkeziyetsiz sistemler gayet de güzel ayakta kalabilir.” Bundan harika bir durum düşünülebilir mi? Zaten “Web” denilen yapı da bunun üzerine kurulu. Merkezi yok. Hatta merkeziyetsiz olsun ve bir tane hata olduğu zaman bütün sistemi felç edecek bir kritik noktası olmasın diye böyle örümcek ağı şeklinde dizayn edilmiş en başından. Bunlar hakikaten insanlık tarihinde yeni çıkmış ve sonuçlarını daha yeni yeni keşfetmeye başladığımız teknolojiler. Mesela para ile ilgili yepyeni bir teknoloji keşfetmiş olduk. Şimdi onunla uğraşıyoruz. İletişimle yönetişimle ilgili bu teknolojilerin kim bilir ne gibi sonuçları olacak? Bu devrimsel değişimlerin yankılarının uzun süreler devam edeceğini tahmin ediyorum. Ancak önümüzdeki senede bu iş şöyle gelişir gibi bir şey söylemek doğru değil.

Bütün bu teknolojilerin gündelik hayata getirdiği hız sorunsalı var aynı zamanda. Hiçbir şeyin üzerine derinlemesine düşünme şansı bulamadan kazanıyoruz ya da kaybediyoruz gibi bir durum var sanki.  Bu kadar hızlanan bir çağ insanın biyolojik evrimsel kapasitesinin limitlerini aşmıyor mu? Hız ve enformasyon çağında bir olgunun ve hakikatinin üzerine bütüncül şekilde düşünebilme yetimizi kayıp mı ediyoruz? Bütün bu gelişmeler galiba çağımızda teorik bakışın altını oyuyor. Sanki sadece “hiper-kapitalizm”n içinde savrulup duruyoruz ne dersiniz?

Evet, artı reaktif makineler haline geliyoruz. Örneğin “Bir anda birisine ışığı göster o da aniden refleks olarak ona koşsun” gibi beynimizin o en ilkel kısmını kullanan bir varlığa dönüşüyoruz. Sürekli bizi anlık reaksiyonlara iten bir zaman ölçeğinde iş yapıyoruz. Çok doğru söyledin.

 Son yıllarda, teknolojide diller arasında tercümanlıkla ilgili çok güzel gelişmeler oldu. Örneğin “Gpt 3” adlı program. Şu sıralar “Google translate” ve diğer tercüme programlarının eskiye nazaran çok daha iyiye gittiğini gözlemleyebiliyoruz. Hatta yakın zamanda sosyal medyada şöyle bir tartışma oldu denk geldiniz mi bilmiyorum. Bir kitap İngilizce’den Fransızca’ya tercüme edildi. Fransız yayın evlerine verildi bu kitap. Tabii yayınevinde kitabı okuyanlar kitabın “Google translate” ile çevrildiğini bilmiyorlardı. Yayınevi kitabı kusursuza yakın olarak değerlendirdi. Bu arada şunu belirtelim eser tamamıyla Google translate kullanılarak çevrilmemiş. Çevirmenin çeviriye eklemeleri ve katkıları olmuş. 

Özetle tercümanlık konusunda çok büyük çapta sıkıntılar giderilmiş gibi gözüküyor. Dil konusuyla ilgili şuan nasıl bir noktadayız? İkincil olarak da mantık operatörleriyle ilgili sorunları nasıl çözebiliriz?” Ve”, “veya”, “arasında”, gibi operatörlerde hala yapay zekalar zorlanıyor. Uzun bir soru oldu. Son olarak bu makineler soyut kavramları nasıl algılamayı başardı?

Meğerse durum şuymuş, gerçekten bir bilgisayara yeterince çok metin gösterirsen yapay zeka o dilin ritmini anlıyormuş. Ya da yeterince çok bir dilden başka bir dile çeviri gösterirsen o dilin gramerini yapay zekalar istatistiki olarak tahmin edebiliyorlarmış.

Evet, dille ilgili yapay zekâ çalışmalarının inanılmaz gelişimini her gün adeta ağzım açık kalarak seyrediyorum. Vaktiyle yıllarca uğraşıp yapamadığımız şeyleri şimdi sadece veri üzerinden eğitilerek geliştirilen sistemlerin, gayet başarılı şekilde yapması çok etkileyici. Meğerse durum şuymuş, gerçekten bir bilgisayara yeterince çok metin gösterirsen yapay zekâ o dilin ritmini anlıyormuş. Ya da yeterince çok bir dilden başka bir dile çeviri gösterirsen o dilin gramerini yapay zekalar istatistiki olarak tahmin edebiliyorlarmış. Bunu bazı insanlar düşünüyordu ama özellikle bir takım felsefi ve matematiksel nedenlerden ötürü bu durumun hayatta gerçekleşemeyeceğini düşününler de çoğunluktaydı. Kritik eşikten daha fazla veriyi makineye gösterirsen bu iş çözülebiliyormuş. “Google translate” ile ilgili söylediğin şey çok doğru, artık “Google translate” inanılmaz muntazam ve güzel çeviri yapabiliyor. Ben mesela kendi kitabımla ilgili bazı uzun cümleleri de denedim “translate”de bazılarında hatalar yapabiliyor fakat, eskisine oranla o kadar iyi durumda ki. İnsan çevirmenin, onun üzerinde yapacağı cilalama işini o kadar kolaylaştırıyor ki, hakikaten bu teknoloji insanlığa büyük bir hizmet sunuyor diye düşünmekten kendini alıkoyamıyorsun. Gerçekten artık birbirlerinin dillerini anlamayan insanlar, birbirleriyle konuşabilir hale geliyorlar. Bu büyük bir başarı. Dil felsefecileri ve mantıkçılar bu durumun yüzde yüz başarılı olmamasından mutsuzlar. Çünkü bazı insanlar yüzde yüz başarı isterler. Oysaki çağımızdaki yapay öğrenme, sinir ağları teknolojileri bir konuda yüzde yüz başarı sağlamayı hedeflemiyor.  Bu durumu daha da başarılı kılmak adına mantıksal önermelerin doğru çözümlenmesi lazım. Sırf bu iş için üretilmiş bir takım insanların kafasını karıştıran bulmaca tipi cümleleri doğru bir şekilde çözebilmesi lazım. Hala onları yapamıyor. Ama bunu insanlar da yapamıyor zaten. Bu tarz mantık sözcükler örneğin, bir milyon cümlenin içinde yalnızca üç dört defa geçiyor. Vardığımız noktanın harikalığını vurgulayalım. Diğer problemlerin çözülmesi içinse çalışmaya devam edelim. Bu mantık denilen mekanizma evrimsel çerçevede baktığımız zaman, biz insanlara çok sonradan eklemlenmiş bir mekanizma. Bunu unutmayalım insanlar mantıklı düşünmeyi, binlerce yıl öncesinde ne kadar becerebiliyorlardı? Mantıklı düşüncenin icadı insanlık tarihini göze aldığımızda henüz çok yeni bir yeti. Dil ve matematiği son zamanlarda birbirlerine bağlamayı başardılar. O da bağlayabildikleri kadar. Bunlar insanlığın son buluşları. O yüzden bilgisayarların da bunu öğrenmekte sıkıntılar yaşaması aslında çok normal. Bu durumun çözülmeyecek bir şey olmadığını da “temel simülasyon” argümanları çerçevesinde biliyoruz. İllaki bu sorunlar da çözülecek. Netice olarak yeni gelişen bu dil teknolojilerini harika buluyorum. Çeşitli uygulamalarını da değişik oranda korkunç ya da faydalı olarak sınıflandırabilirim. Ancak yaşarken tanıklık edemeyeceğimi düşündüğüm kadar muhteşem bir teknolojiyle karşı karşıyayız. 

Daha Felsefi bir sorum var. Mantık operatörleri felsefi bir tartışmaya da yol açıyor. Dil felsefesinde de tartışılan insanın beyninde hazırda bulunan evrimsel sürecinde belirli örüntüler vardır doğuştan aktarımla gelen. Bu örüntü sayesinde beyin farklı kültürlerin aktardığı dilsel özellikleri kolayca öğrenebiliyor. Belki de beynimizin diğer katmanlara göre daha “apriori” ve evrimsel bir parçasını tahayyül edebiliriz. Beynimizdeki bu noktanın keşfedilebilmesi içinse sanki nöro-biyologlarla, Bilişsel Bilim uzmanlık alanlarında çalışan bilim insanlarının birlikte çalışabilmeleri gerekiyor yanılıyor muyum?

Doğru söylüyorsun. Vaktiyle bilişsel bilim konusunu anlamaya çalışmış ve  o konuda Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışma alanları kurmuş bir insan olarak farklı disiplinlerden gelen iki kişinin birbirini anlamasının ne kadar zor bir şey olduğunu biliyorum. Bence karma bölümler oluşturulduktan sonra bu dallar birbirinden daha verimli bir şekilde beslenebilir. Mesela şimdilerde “Biyo-informatik” adlı bir bölüm var. Mesela eskiden “biyo” ile “informatik” birbirinden apayrı şeylerdi. O yüzden, ya kırk yaşına geldikten sonra bilmediğin diğer bölümü öğrenmek gibi hayli zor bir uğraşa girmek zorunda kalıyordun. Ya da kendi alanında doğru ama öbür alanlarda saçma olan yorumlar yapmak zorunda kalıyordun. İnter-disipliner anlamda baktığımız zaman bu durum çok sorunludur. Mevcut şartlar artık bizi bu dalların birleştirilmesinin ve ikisinin birden iyi öğrenilmesinin zorunlu olduğu bir noktaya getirdi. Yeni yeni karma disiplinler de bu çerçeve doğrultusunda ortaya çıkıyor ve bu tedrisattan geçen insanlar sayesinde bence yeni açılımlar ortaya çıkacak.

Bir diğer sorum nöro-morfik çiplerle ilgili olacak. Nöro-morfik çipler hangi durumları değiştirecek?

Şimdi bu işlemci denen şeyi inanılmaz derecede hızlandırmanın her sene daha işlevsel bir yolu bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Bilgisayar işlemcileri giderek daha küçüldü. Hatta her geçen gün bir sene öncesininkinden daha da küçük oluyor ve böylelikle birim zamanda daha çok hesap yapabiliyor. Bu sayede benim ve senin çocukluğunda çok düşük kapasiteli ve çok daha pahalı olan işlemciler her sene daha yüksek kapasiteli daha güçlü ve daha ucuz hale geliyor. Türkiye’de hala daha ucuz olamıyor ancak paranın stabil bir değer seyrettiği ülkelerde daha ucuz ve daha kaliteli hale geliyor. Bu teknoloji sürekli iyileşiyor. Bir otomobil teknolojisinin sürekli her sene öncekinden iki kat hızlı giden arabalar üretmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. Ama bunun bir sınırı var tabii. Bunları artık bir noktadan sonra daha fazla küçültemiyorsun ya da daha fazla hızlandıramıyorsun çünkü fizik yasalarıyla alakalı bir takım engeller çıkıyor karşınıza. O yüzden alternatif işlemci mimarilerine bakmak ihtiyacı doğuyor. “Bizim beynimizden daha iyi işlemci mimarisi mi olur? İnsan beyninin çeşitli mekanizmalarını kopyalayalım. Özellikle bir sürü farklı işlemcinin birbirine bağlanmasından kaynaklanan bir avantajı var bizim beynimizin. O sinir hücrelerinden kopyalayabildiğimiz kadar çok özellik kopyalayalım”. Temelde fikir bu düşünce izleğinden kaynaklanıyor. Son zamanlarda da içinde Türklerin de olduğu bir ekip Amerika’da sinir hücresine benzeyen şeyleri tamamen orijinal, kendi ürettikleri, doğada falan olmayan bir takım malzemelerle normal insanın sinir hücrelerinden çok daha hızlı çalışacak şekilde üretebileceklerini gösterdiler. Eğer böyle şeyler gerçekten büyük ölçekte yapılabilir ve birbirine bağlanabilirse nerelere gidebileceği ortada. Çok çok daha hızlı beyinler üretilebilecek. Bu alan benim pekiyi bildiğim bir alan değil ama işin donanım seviyesinde de devrimsel gelişmeler oluyor. Bunu söyleyebilirim…

Gençleri de yakından ilgilendiren bir başka soruyu sormak istiyorum size, bütün bu yeni teknolojilerle beraber çok daha fazla artan bir enerji tüketimi sorunsalı var. “Blockchain” gibi teknolojilerde durum zaten bu anlamda felaketti. Yapay zekâ ve dolayısıyla bilgisayar konularında da örneğin machine- learning aktivitesi gerçekleştirirken tahmin edebileceğimizden çok daha fazla enerji tüketiyoruz. Bu enerji tüketimini düşürebilecek nasıl önlemler alabiliriz? Yazılım ile mi yoksa donanımla mı bu soruna daha efektif çözümler üretebiliriz sizce?

Şu sıralarda bir kitap okuyorum bilgi işlem için harcanan enerjinin boyutlarının ne kadar abartılı boyutlara geldiğini görüyorum. Dünyada çeşitli işler için enerji harcıyoruz ya!  bilgisayar işleri için de harcadığımız bunun küçücük bir kısmıdır gibi düşünüyoruz. Öyle değil, giderek tehlikeli bir seviyede bilgisayarlar üzerinden harcadığımız enerji artıyor. Dediğin meseleye iki türlü bakılabilir. Birincisi demin de bahsettik insan beyni çok daha az enerji harcayarak, çok daha büyük, kallavi milyarlarca sinir hücresini birbirleriyle ilişkilendirerek ve yalnızca bir tane ampulü yakacak kadar enerji harcayarak uzun yıllar idare edebiliyor. Yeni materyaller kullanılarak, insan beyninin çalışma sisteminin aynısı hatta daha iyi işlevini görebilen donanım çözümlerine gidilebilir.

 Ama bir yandan da işin yazılım kısımları var. “Bitcoin” denilen enteresan fikir mesela çok elektrik yakmak üzerine kurulu. Ekonomik argümanının altında bu mevcut. Bunu herkes yapamaz. Bunu yapmak için çok elektrik yakma konusunda bir yarışmaya girmeniz gerekiyor. İyi fikir falan dedim de aslında korkunç bir fikir. O yüzden bu teknolojinin de alternatiflerini icat ettiler zaten. Sorun ortaya çıkan değerin ya da ortaya çıkan anlaşmanın ya da ortaya çıkan “bu bir paradır”, “bunun değeri budur” türünden yürüyen ortak inancın tam olarak kimin tarafından deftere yazılacağı, kimin tarafından kayda geçirileceği, bizim ona güvenmemiz halinde nasıl olup da bu sistemin ortak inancının sürdürülebileceği, buna ilişkin enerji gideri çok olmayan alternatif sistemlerse icat edilmeye çalışılıyor. Teorik olarak bizim de Boğaziçi’nde yaptığımız “hesaplamanın enerji bedeli nedir?” gibi soruların cevaplarını aradığımız bir takım matematiksel çalışmalarımız mevcut. “Bitcoin”den falan bahsetmiyorum da, Benim “Yeni Dünya Yeni Ağ” kitabımda biraz değindiğim, fizik kanunları var. Eğer bir bit unutuyorsan, bilgisayarın bir bitinin “0” mı “1” mi olduğunu unutacak şekilde program komutu işliyorsa, onun evreni biraz ısıtması gerekiyor. Gereksiz elektrik yakarak ısı salman gerekiyor. Mesela öğrencilerimle birkaç ay önce hangi hesaplama problemleri ne kadar etrafı ısıtır tipinde bir çalışma yaptık. Böyle enteresan, bir sınıflandırma çıktı. Bazı soruları bilgisayara sorduğun da ister dünyanın en iyi programcısı ol, ister dünyanın en verimli yazılımını kullan, yine de ortalığı biraz ısıtman gerekiyor. Yine bu konu çerçevesinde seneye Almanya’da bir yerde anlatacağım teorik bir sunumum gerçekleşecek.

Harikaymış. Son sorumuza gelelim. Sizin kişisel deneyiminizde matematik ve yapay zekâ çalışmalarınızın hayatınıza ne gibi katkıları oldu? Sizi siz yapan özelliklerin yanına bu ilgi alanlarınız ekstra olarak ne ekledi? Geçmişe döndüğünüz zaman, mukayese ettiğinizde, düşünme tarzınızdan duygularınıza kadar bu disiplinlerle ilgilenmek sizi nasıl birisi yaptı? Ve Son olarak gençlere hangi filmleri ve romanları tavsiye edersiniz?

Ben kitaplarımda da bahsetmişimdir. Bilmeyen kaldıysa gençlere “Star Trek” dizisin şiddetle tavsiye ediyorum. 1960’lardan başlayarak bugüne gelene kadar seyretsinler ki vakitlerini harcamanın bence çok daha kötü yolları olabilir. Bunları yapmasınlar onun yerine diziyi izlesinler. Çünkü gelecek ile ilgili bir (bilimsel olarak tabii bir sürü falsosu olsa da sonuçta bir hayal ürününde bahsediyoruz) sürü teknolojik tahminini tutturmuş bir yapıt var karşımızda. Ancak esas önemlisi gelecek ile ilgili ve insanlıkla ilgili iyimser bir mesajı olan, insanlığın şimdiki aptallıklarını geride bırakabileceğine dair umut veren harika bir dizi. Bunun yanı sıra bilimin bir çözüm yolu olduğunu sürekli vurgulayan bir yapıttır. Hollywood yapımıdır falan demeyip, seyretmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Kitap olaraksa geçenlerde Çinli bir yazarın kitabını okudum.  “The Three Body -Problem” (Üç Cisim Problemi) adlı. Aslında uzun zamandır oturup böyle kalın bir bilimkurgu kitabı okumamıştım. Bu kitap beni çok etkiledi. Sonra araştırdım kimdir bu yazar diye çeşitli politik falsoları varmış falan ama kitap gerçekten çok iyi. Sert bilimkurgu diye tabir edilen bir kitabı okumanın insanı nasıl tatmin edebileceğini bir kez daha anımsamış oldum. Bu kitabı tavsiye ediyorum.

Yapay zekâ bilmek ya da bilgisayar programlama bilmek, matematik bilmek, insanları anlamaya doğrudan bir etki etmiyor. Hatta eğer sadece bunları biliyor da başka bir şey bilmiyorsan insanları çok yanlış da anlayabilirsin. İnsanları makine gibi gördüğümüzü düşünsene kafayı yersin.

Yapay zekâ bilmek ya da bilgisayar programlama bilmek, matematik bilmek, insanları anlamaya doğrudan bir etki etmiyor. Hatta eğer sadece bunları biliyor da başka bir şey bilmiyorsan insanları çok yanlış da anlayabilirsin. İnsanları makine gibi gördüğümüzü düşünsene kafayı yersin. Mesela “Ben bu komutu üç kere söyledim hala rasyonel olan davranışa uymuyor, bozuk galiba gibi” tamamen yanlış olacak çıkarımlar yapabilirsin. Temel olarak insanın bilimsel anlayışının olmasıysa örneğin evrim denen şeyin neden insanın bütün temel özelliklerini şekillendirdiğini bilmek. Her şeyin neden böyle olduğuna dair insana iyi bir alt yapı kazandırıyor. Ancak insanlarla ilişki ve insanların ruhsal sırlarını çözmekse o zaman hakikaten bazı sayısalcıların haksız şekilde küçük gördüğü sosyal bilimlerin insanlarla, insan ruhuyla, insan yapısıyla ilgili dediklerini incelemek lazım. Boş olmayan, inanılmaz önemli çalışmalar var.  Genel olarak insanlarla etkileşim içinde olmak lazım. Belli bir insan tipi var. Çok bulunan bir tür değil aslında ama benim çevremde çok bulunan bir tür. “Nerd” dediğimiz bir insan tipi. Hakikaten odasından çıkma ihtiyacı pek duymuyor. Tek ilişkisi kitaplarla ya da günümüzde internetle falan oluyor. Bilgisayar programlamayı çok iyi biliyor. Ya da o tip teknik işleri yapmayı çok iyi biliyor ancak geri kalan yanları zayıf. Seviyorum aslında bu tip insan modelini. Ben de gençken o tip bir insandım. Fakat o insanların bir şekilde kendilerini zorlayarak, insanlarla temas kurmak için, insanlarla etkileşmek için zaman ayırmaları çok faydalı olur. Tanıyınca seveceklerdir öteki insanları. Onlara bu mesajı vermek istiyorum. Son olarak “Budala” dergisinin yolu açık olsun diyorum.

Yapay Zeka Dünyasındaki Son Gelişmeler
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews