Bizi Soracak Olursan

İrem Uzunhasanoğlu

Sevgili George Orwell;

Ve hatta Sevgili Eric Arthur Blair;

Belki de insan sevilmekten çok anlaşılmak istiyor,” diyordun o en güzel romanında. Haklıydın, sevgi hayatın herhangi bir evresinde, ebeveyninden, çocuğundan, hayat arkadaşından, sevdiğin bir dostundan, evinde beslediğin evcil hayvanından tatmin eden ya da etmeyen ölçeklerde ve çoğu zaman zahmetsizce gelebiliyordu. Peki ya anlaşılmak? Ne kadar anlaşılıyoruz? Anlaşılmak için neleri riske atıyoruz? Yoksa tüm yaşam çabamız birileri bizi anlasın ve özgürleştirsin diye mi? Yazarlar ondan mı yazıyor? Sinemacılar ondan mı film yapıyor? Sanatçı ondan mı resim yapıyor, heykel yontuyor? Sen kısacık ömründe ne kadar anlaşıldın mesela?

Hindistan Bihar’da içine doğduğun sömürgeci düzene beslediğin öfke, daha sonraları polis teşkilatında görev yaptığın Burma’da emperyalizme duyduğun nefret, Paris ve Londra’da yaşadığın ve dibi gördüğün yoksulluğa karşı yükselen isyanın ve belki de en önemlisi Hitler’e, Mussolini’ye, Franco’ya karşı çarpışmak üzere gönüllü olarak katıldığın İspanya İç Savaşı… Boğazından vurulmana rağmen devrimcilerin, madencilerin, Marksist işçilerin yanında durup ideolojin uğruna savaştığın yıllar… Stalin’in totaliter yönetim biçimine ve sosyalizme aykırı tavırlarına eleştiri getirmek isterken de “anlaşılmadığın” için yasaklandığın, yayımlanmadığın dönemler ve İngiliz entelijansiyasından dışlanman… Tüm yaşamın boyunca savaşını verdiğin her şeyin birden üzerine yıkılıp kalması ve sessizleştirilmen… İspanya İç Savaşı’nda boğazına aldığın yara sonucu uzun bir süre konuşamamandan daha da yaralayıcı olanı kendi ülkenin, kendi yayımcıları tarafından susturulmandı. Nice sansürler yedin, nice baskılar gördün, ışıltılı edebiyat ortamlarının içinde yer alamadın.

“Ölümünün üzerinden geçen yetmiş küsur senede sana birçok şeyin değiştiği müjdesini vermek isterdim elbette. Ancak bugün, burada, 2023 senesinde, senin tabirinle “karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız” söylemini umutla yineliyorum.”

Anlaşılmayı istemek diyorduk sevgili Orwell; tıpkı senin kırk yedi senelik yaşamın boyunca bir suskunluğun içine hapsedilmeye çalışman gibi bizler de hâlâ “anlaşılmamakla” baş etmeye çalışıyoruz. Ölümünün üzerinden geçen yetmiş küsur senede sana birçok şeyin değiştiği müjdesini vermek isterdim elbette. Ancak bugün, burada, 2023 senesinde, senin tabirinle “karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız” söylemini umutla yineliyorum. Birbirimizi dinlemiyor, dinlemek istemiyor ve anlamıyoruz. Senin yaşadığın o baskıları şu an dünyanın farklı coğrafyalarında birçok yazar yaşıyor. Bunu belki öfkeyle karşılıyor belki beisle… Oysa edebiyatçı çağından büyüktür, daha geniş zamanlara yayılır. Sağ elini bir yüzyıla atar, sol elini bir diğerine. Çağından dışlanmış bir edebiyatçıyı elbette bir yerlerde başka birileri sahiplenir, göğsüne bastırır.

Tam burada sana güzel haberler de vermek isterim. 1949 senesinde yazdığın ve esasen ismini “Avrupa’daki Son Adam” koyduğun “1984” romanın hâlâ tüm dünyada geçerliliğini koruyor ve kâh okurun sıkı sıkı tutunduğu “Vay be tam da bugünümüzü anlatmış” cümlesini ağzına doladığı, kâh politik kavgalara malzeme olan, kâh üniversitelerde “distopya edebiyatı” derslerinde işlenen bir roman olarak binlerce kopya satıyor. Şaşırdın mı? Hâlâ mı aynı yerdesiniz dediğini duyar gibiyim. Büyük Birader bizi hâlâ gözetliyor, zihnimiz kontrol edilirse gerçekliğin de kontrol edileceğine inanılıyor, herkes aynı anda aynı şeye inanırsa o yeni gerçeğimiz oluyor. Hasılıkelam, romanının temel öğeleri olan hakikatin değiştirilmesi ve izlenme teması hâlâ taptaze. Özgür irade meselesiyse… Neyse ona hiç girmeyeyim şimdi…

“İnsanlar kutuplaşıyor sevgili Orwell, insanlar birbirini anlamıyor, insanlar birbirine kin kusuyor, insanlar birbirini sevmiyor. Birinin yanlışını eleştirirken aynı yanlışa kurban oluyor. Birinin eksiğinin altını çizerken aynı eksikten vuruluyor.”

“Bir Peri Masalı” alt başlığıyla yayımladığın “Hayvan Çiftliği” romanına gelince. Biliyor musun, o romanını o kadar çok dersimde okuttum ki neredeyse cümlelerini ezbere söyleyecek hale gelmiştim. O yüzden de çevirmenliğini üstlenme teklifi gelince çok mutlu olmuştum. Zevkle oturdum masamın başına, keyifle çevirdim, satır aralarını çözümleyerek, seni daha iyi “anlayarak”. Hep kafanın içinde gezdirdiğini söylediğin sonunda tam Tahran Konferansı esnasında da oturup kaleme aldığın bu harikulâde alegorik roman senin her bir kahramanını Rus Devrim’inden aldığını, Stalin’i, Troçki’yi, Burjuva sınıfını, işçi sınıfını, medyanın/gazetelerin olayları çarpıtmasını, kilisenin insanlara korku salmasını hepsini ve her birini bir peri masalının içine yedirdiğin o roman da hâlâ gündemimizde ve taptaze. Öyle ki bu kitabını keşfeden genç ve taze okura Yaşlı Major’un Karl Marx’ı, Napoleon’un Stalin’i, Snowball’un sürgün edilmiş Troçki’yi, Molly’nin ülkeden kaçan Burjuva sınıfını, Squealer’ın medyayı, Boxer’ın işçi sınıfını temsil ettiğini ve Manor Çiftliği’nin Hayvan Çiftliği’ne dönüşmesinin 1917 Mart Devrimi’nin alegorisi olduğunu söylememize gerek bile yok. Böylece romanın, bir yandan okuruyla kuvvetli bir duygudaşlık kurarken diğer yandan zihninde kendi istediği özgürlükte dolaşabiliyor. İktidar uğruna biri diğerinin üzerine basıyor, gruplar oluşuyor, grupların sınırları keskinleşiyor, silahlar çekiliyor, sıkı sıkı tutunduğumuz ideolojilerimiz başımıza yıkılıyor, tıpkı Boxer’ın taş taşıdığı rüzgâr değirmenin paramparça olması gibi. Sonra silahlar daha acımasızca çekiliyor. Ve ölümler oluyor, sonra yeni ölümler, ölümler…

İnsanlar kutuplaşıyor sevgili Orwell, insanlar birbirini anlamıyor, insanlar birbirine kin kusuyor, insanlar birbirini sevmiyor. Birinin yanlışını eleştirirken aynı yanlışa kurban oluyor. Birinin eksiğinin altını çizerken aynı eksikten vuruluyor. Ve bizler de bugün, hâlâ senin Hayvan Çiftliği’ni bitirirken kurduğun şu cümleyi kuruyoruz ister istemez.

On iki ses birden öfke içinde bağırıyordu ve hepsi de birbirine benziyordu. Domuzların yüzlerine ne olduğunu sorgulamaya artık gerek kalmamıştı. Dışarıdaki hayvanlar bir domuzlara bir insanlara baktı, sonra yeniden bir insanlara bir domuzlara baktı, artık onları birbirinden ayırt etmek imkansızdı.”

Hali pürmelalimiz budur sevgili Orwell. Yine de umuda tutunuyor, yine de sevgiyi korumaya çalışıyoruz. Okuyoruz, düşünüyoruz, yazıyoruz… Tıpkı senin kaoslara, karmaşalara, savaşlara ve en önemlisi “anlaşılmamana” rağmen umuda ve kaleme tutunman gibi.

Sevgiler,

İrem

Bizi Soracak Olursan
Okuyucu Derecelendirme1 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews