Ömer Çeşit
Akıntıya karşı sürüklenen kısacık ömürlü kargalar alnımızı kemiriyor
Tırmanıyorum ayaklarına değen yalnız kalan kum parçasına
Kırmızı gökyüzünde asılı kalan umutsuz hayallerden
Göğsümü örten hayatın tutku perisinden devşirilmiş bir ayna
Vazgeçemeyen bir köleyim sanki geçip akıyorum arasından gözlerinin
Çaresizce dilek dileyecek
Umutsuz bir bebek çıkartıyorum yürek kuyusunun üstüne
Kuyunun dibinden şehvet ve kan iblisleri çıkageliyor
Bebek yavru dünyanın en savunmasız şiddetli meleği gibi
Cenazeleri sevmeyenlerin basiretsiz ve kontrolsüz yürekleri gibi
Bir evin en tepesinde vazgeçemeyip duran
Gitgide daha çok ölemeden yıpranan damın üzerinde
Bahçelerde çekilmez birkaç kum tanesi
Değen ayağına kum ya da inci tanesi
Kapalı kapılar arasında yoksullar hıçkırıyor
Budala martılar ve budala bir yazar ölümü düşlüyor
Dünyanın değişmesini istiyor ama nasıl bir dünya tahayyül etmeli kestiremiyor
Sigarasını içiyor
Değerlere tükürüyor
Akım lazım akım tüketmeyen isteklerimizi devasa kabloların bağlandığı bir akım
Böyledir işte akıntıya karşı yüzemez memleket kulları
Kapalı kapılar ardında balıklar yitiyor
Bir tekrarlanan şarkıyı mırıldandı budala martı
Sara krizi mi dediniz, kısalacak bacakları mı yoksa açlıktan çocukların
Çaresizce çırpınır bir hayat diyaloğu sokak kemancılarının
Bir hasret sesi duyuluyor kemandan anımsıyorum
Zeytin ağaçlarının kesildiği anda kızıl kızıl
Kanla güneş birlikte kesiliyor
Sesini avuçlarına alıyor kemancının içi sıkıla sıkıla
Hep beraber aşık olunca üzerimize bebeklerin hıçkırıkları örtülüyor
Bu kemanın deklanşörü
Bu kanın yutuluşu
Dönüşüyor ellerinden bir kuma
Ayaklarında kırılıyor kutsal bir kum tanesi utanmazca
Sesimizin ufacık saçları dalgalanıyor sınırsız seslerinizle
Tekil oluyor çoğul, büyüyor ,artarak yok oluyor ölüm