Dikkati çeken nokta ise şu: Hasetin pek çok kimsede intikam, öfke, aşağılık duygusu gibi olumsuz çağrışımlara neden olmasıdır. Evet haset masum olmayabilir. Hatta belki de haset, Tanrının kendisinden gelen hediyeleri kabul etmediği ancak kardeşi Habil’den gelen hediyeleri kabul ettiğini öğrenen Kabil’in kardeşini öldürmesi hikayesinde, insanlığın bu ilk cinayetinin azmettiricisi olmuştur.
Sigmund Freud, kadınlarda ‘’penis hasedi’’ olduğunu öne sürdüğünde ciddi eleştiriler aldı. Kavramın fallosentrik olduğu ve kadını eksik gösterdiği söylendi. Freud’un takipçilerinden Karen Horney, haset insan ruhsallığı için önemlidir ancak olsa olsa erkeklerde ‘’rahim hasedi’’ vardır diyerek ustasına gönderme yaptı. Lacan kadın ve erkekteki haset tartışmalarının ardından, Aziz Augustinus’un İtiraflar’ından hareket etti. Burada bahsedilen ‘’solgun çocuk’’ annesi kardeşini emzirdiği sırada kendisi anne sütüne ihtiyaç duymayacak kadar büyümüş olmasına rağmen kıskançlık nedeniyle böyle görünmekteydi. Lacan, buradan yola çıkarak kıskançlığın özdeşim kurmak ile ilişkili olabileceğinden bahsetti. Psikanalizin çok öncesinde Sophokles’in Oidupus’undan Dede Korkut’un Boğaç Han hikayesine tüm kültürlerde neredeyse benzer şekilde yer bulmuş bir fenomen haset ve kıskançlık. Dikkati çeken nokta ise şu: Hasetin pek çok kimsede intikam, öfke, aşağılık duygusu gibi olumsuz çağrışımlara neden olmasıdır. Evet haset masum olmayabilir. Hatta belki de haset, Tanrının kendisinden gelen hediyeleri kabul etmediği ancak kardeşi Habil’den gelen hediyeleri kabul ettiğini öğrenen Kabil’in kardeşini öldürmesi hikayesinde, insanlığın bu ilk cinayetinin azmettiricisi olmuştur.
Jean-Michel Delacomptee, ‘’Kıskançlık haset değildir.’’ diyerek haset ve kıskançlık arasında bir ayrıma gittiğinde bunu birbirine benzeyen iki kavramın keskin sınırlarını göstermek için yapmadı yalnızca, haset duymaya yapılan olumsuz atıflar nedeniyle de yaptı. ‘’Ben haset biriyim.’’ diyebilmenin zorluğu onun çıkış noktalarından birisi oldu. ‘’Mutluluğunu yüksek sesle anlatma. Çünkü hasedin uykusu çok hafiftir.’’ dedi Halil Cibran. O hasedi gizlemek bir tarafa hasetten gizlenmeli diyerek bakış açısını bize açıkça gösterdi. Haset kötü bir şey miydi sahiden? Ruhun Tutkuları’nda Descartes, ‘’Haset haklı ya da haksız olabilir mi?’’ diye haklı bir soru sorar. Hasedin adalete riayet edilmemiş olmasına olan bir inanç ile ortaya çıkabildiğini savunduğu pasajını şöyle tamamlar:
‘’… bu tutkunun içerdiği ki bu nimete sahip olan ya da dağıtan kimselerle değil de yalnızca gıpta edilen nimetin kötü dağıtılmasıyla ilgili olduğu takdirde bu tutku yine mazur görülebilir. Ama birçok kişiye paylaştırılması mümkün olmayan ve sahip olanlar ona daha az ya da daha çok layık olsalar bile kendileri için arzu ettikleri bir nimetin elde edilmesinde kendilerine mâni olanlara kin duymayacak kadar doğru ve yüce gönüllü pek az insan vardır. Genellikle en çok haset edilen şey de şan ve şereftir. Zira başkalarınınki bizim de şan ve şerefe özlem duymamıza engel olmasa bile ona erişmeyi daha güçlü kılar ve pahasını artırır.’’
Riviere, ‘’Her şey kıyaslama ile başlar.’’ dediğinde insanın ruhsal dünyada ve fiziksel dünyada kendisini ötekilerle mukayese etmesini makul bulduğunu ifade etmişti. Ama tarih mukayese etmenin, yarışmanın, rekabetin içinde hasedi barındıran taraflarını hep eleştirdi. Haset varsa gizlenmeli telkininde bulundu, bu telkin bizi olmadığımız bir canlı gibi göstermeye çalıştı.
Descartes’in bahsettiği gibi bir başkasının şan ve şerefe erişimi bizde bir şey eksiltmez gibi görünse de bizim sahip olmamızı güçleştirir. Ortak bir dünyanın paydaşlarıyız. Ötekinin yaşamında olan bir şey muhakkak bize de tesir eder. Öte yandan yaşam referanslar üzerine kuruludur. Bizden öncekiler ya da şu andakilerde olan her gelişme hızlıca iç dünyamıza etki eder. Riviere, ‘’Her şey kıyaslama ile başlar.’’ dediğinde insanın ruhsal dünyada ve fiziksel dünyada kendisini ötekilerle mukayese etmesini makul bulduğunu ifade etmişti. Ama tarih mukayese etmenin, yarışmanın, rekabetin içinde hasedi barındıran taraflarını hep eleştirdi. Haset varsa gizlenmeli telkininde bulundu, bu telkin bizi olmadığımız bir canlı gibi göstermeye çalıştı. Haset biraz görünür olduğunda eleştiri ve tartışma zemini kayboldu. Öyle ki haset görünmediğinde bile tüm salvolardan kaçış için karşısındakileri haset ile suçlayan kimseler için, (ki haset suç mudur?), haset bir ‘’can simidi’’ oldu.
Harold Feldman’ın kaleme aldığı ‘’Brutus’te Bilinçdışı Haset’’ makalesi yazı boyunca anlattığım şeyleri oldukça güzel bir yerden ele alır. Shakespeare’in Julius Caesar eserini yeniden inceleyen Feldman, hikâyenin anlatımı boyunca farklı noktalara dikkat eder ve Shakespeare’in bir şeyleri saklamaya çalıştığını iddia eder. Shakespeare’in saklamaya çalıştığı şey hasettir ve bu hikayede görüşlerinin bir temsilcisi olarak gösterilebilecek büyük general ve politikacı Mark Antony, Brutus hakkında şunları söyler:
‘’Tüm komplocular, sadece o hariç
Bunu büyük Sezar’a haset duyarak yaptılar.’’
Shakespeare, Brutus’ün Ceaser’ın oğlu olmasıyla ilgili söylentilere hiç değinmedi, Brutus’ün pleb kökleriden bahsetedi ve Antony’nin söylediği gibi Ceaser karşısında haset hissetmesine sebep olması muhtemel bütün olasılıkları gizledi ve dolaylı yoldan Brutus’ın yaptığı hiçbir şeyde hasedin etkisinin olmadığını söyledi. Shakespeare bir şeylerden kaçınıyor gibiydi. Feldman’ın bize işaret ettiği şey de buydu: Buna gerek var mıydı? Haset gizlenmeli miydi? Haset duyduğumuzda isteklerimiz haksız, söylemlerimiz yanlış mı olur? Şair her zaman eleştirmeni hasetle suçlar. Başkanlar, yöneticiler saldırgan düşmanlarını hasetle suçlar. Dünyada pek çok tartışmada taraflar üstün gelebilmek ya da karşısındakini alçaltmak için birbirini hasetle suçlar. Belki de haklıdırlar, ancak hem isyanın hem eleştirinin hem de itirazın haset tarafından yönlendirildiği için yine de daha az haklı olabileceğini belirtmek saçmalıktan başka bir şey değildir. Haset vardır ya da yoktur, önemli olan söylenilenlerin geçerliliğidir.