İnsanın Ötesi Neresi?

Alp Kozanoğlu

İnsanın Makinası

İnsanın biyolojisinden başlayarak, yaşadığı çevresiyle kurduğu ilişkilerin de etkisiyle sahip olduklarının daha doğarken yarattığı belli kısıtlar veya olumlu eğilimleri olduğu hepimizin malumu. Aslında bu bize sorulmadan getirildiğimiz dünyada, yine bize sorulmadan verili özelliklerle yolumuza başlıyoruz diyebiliriz. Ünlü Amerikalı yazar Mark Twain ‘’İnsan Nedir’’ adlı kitabında buna ‘’İnsanın Makinası’’ diyor.

Elbette öğrenme süreçleriyle, kültürle, yapıp ettiklerimizle ve bu doğuştan gelen eğilimlerimizle bu verili özellikleri aşabiliyor, değişebiliyoruz. Zaten insanı doğada farklı kılan belki de en önemli özelliği adaptasyon sağlayabilme kabiliyeti desek çok da yanılmış olmayız kanımca. Hal böyleyken bu tarih boyu süregelmiş insanın kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla olan çatışmasının da hayal ettirdikleri oluyor.  Öyle ya da böyle, farklı disiplinler aracılığıyla önce kendimizle sonra da etrafımıza olan ilişkimizi bilerek veya bilmeyerek idealleştirme çabasına giriyoruz. İnsanlık tarihinin farklı dönemlerindeki ideolojik, sosyal, psikolojik ve pek tabii teknolojik devrimlerini de bu çerçeveden değerlendirebiliriz. Muhtelif dinlerin kulları da, komünizmin kollektif insanı da, kapitalizmin bireyci insanı da, trans-hümanistlerin veriye dayalı ‘’bilen’’ ve ‘’dayanıklı’’ insanı da en nihayetinde aynı savaşımın bir parçası değil mi?

Transhümanizme Hazır Mıyız?

Bu bitmeyen devinim aslında insanlığı referans noktası ve sorunları aynı kalsa da bugünümüze getiren kırbaç oldu bir nevi. Peki bugünün sırtını teknolojiye yaslayarak bu devrimi nihai olarak gerçekleştirme umudu artan ve zihinsel olarak donmuş bir zamandan sonra yeniden heyecanlanacağı hedefi bulan ‘’trans-hümanizm’’ bize ne söylüyor? Teoride gerek veri işleme hızı ve kapasitesi, gerek duygudan yoksunluğu sebebiyle adil ve rasyonel seçim yapabilme kabiliyetiyle aslında insanın kendini aşabileceği bir gerçek olarak karşımızda. Kendi çıkarına çalışan ya da en azından öyle sanan insanın bu eğilimdeyken bile kendine zararlı olabildiğini de göz önünde bulundurursak teknolojiye dayalı bir sistemin yönetsel bağlamda bu devrimi yapabileceğine dair inanç da artıyor haliyle. Dünyanın varlığından beri en büyük sorunu olan adalet ve adil paylaşım konusunun türetilen sosyo-ekonomik sistemlerle pek de çözülemediğini de düşünürsek, belki de yeni bir perspektife ihtiyacımız vardır demekten alamıyor kendini insan. Hayatımızın artık her alanında bel bağladığımız ve geri dönülemez bir biçimde bağlılıklar kurduğumuz teknolojinin önemi elbet aşikar, fakat ‘’anlam arayışımız’’ söz konusu olduğunda günlük pratiğin dışındaki ruhsal konularda aynı bağlar bizi olumlu mu etkiliyor bunun sorgusunun eksik olduğu kanaatindeyim. Teoride her şeyin daha iyi olması hepimizin arzuladığı bir şey, çünkü öyle ya da böyle hepimizin aklında bulunduğumuz pozisyondan daha ileriye gitmek var kuşkusuz. Fakat bu amaçların mevcut durumumuzda bir kısmı mümkün sadece. Her şeyin teknoloji aracılığıyla ‘’bedelsiz’’ olarak kolayca erişilebilir olmasının ruhsal sağlığımızda iyi gelmediği de aşikar. Bugün daha makalenin de ana başlığını oluşturan ‘’Transhümanizm’’ çağına nispeten uzak olsak da hayatımıza giren teknoloji bize yarar sağladığı kadar çoktan zarar vermiş durumda bile. Gerçeklikten koparak hatta kendi fiziksel veya ruhsal gerçekliğimizden kaçarak sığındığımız sosyal medya profilleri, filtreler, aslında anlamlı bir şekilde var olmamış ama videosu olan anılar, eylemlerimiz veya fikirlerimizle bile tutmayan ama çok takip edilen avatarların hepsinin yarattığı derin üzüntünün farkında mıyız?  Hayat bir mücadeleyse, bedelin nihai haz uğruna tamamen tasfiye edilmesi bize geride ne bırakacak? Yaşamımızı uzattığımızda, teknolojiyle kendi biyolojik ve psikolojik kısıtlarımızdan kaçabildiğimizde ne olacağız? Hayatın yapamadıklarımız üzerinden üzüntü veya hırs yoluyla biz de yarattığı değişimler insanlık tarihine neler kattı? Teknolojik gelişim hızıyla eşdeğer hız da psikolojimizde gelişiyor mu? Cathy O’Neil’ın ‘’Matematiksel İmha Silahları’’ adlı kitabında değindiği algoritmaların tüm gelişmelere rağmen hala makine olarak kaldığı ve insanı tam anlamıyla taklit edemediği hatta bağlılıklarımızdan ötürü de ciddi haksızlıklara ve zararlara yol açtığı anlatılıyor. Bir dakika bu devrimsel nitelikte görülen Transhümanist ütopya aslında 20. Yüzyılda sıkça karşımıza çıkarılan ‘’Terminatör’’ ve benzeri distopyalara çok benzemiyor mu? İnsan yapay zekayı bulur, hayatını her alanında kolaylaştırır, optimizasyon amaçlı çalışan yapay zeka insanın asla iflah olmaz bir canlı olduğuna kanaat getirir ve onu yok etme planını devreye alır. Tanıdık değil mi? Elbette böyle bir şey pek mümkün değil fakat ardında yatan idealler aynı, insanı insanlığından çıkararak en ideal duruma ulaşmak. İnsan pek de matah bir varlık değil evet ama amaç ‘’insan’’ kalarak insanlık adına daha iyisi için savaşmak değil miydi?

İnsan Olmak

Çok sevdiğim ve ara ara geri döndüğüm Jack London’ın ‘’Martin Eden’’ kitabını getiriyor aklıma bu içine hapsolduğumuz ikilem. Martin’in en büyük ideallerinden biri yazar olmaktı, fakat ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir türlü başarılı olamıyordu. Uzun psikolojik ızdırapların sonucunda zamanla okuyucunun beklentisine göre yazmayı öğrendi, ufak başarılarla başlayan bu stratejisinin sonunda hayalleri gerçek oldu. Fakat bir saniye Martin mutsuzdu! Herkes onu konuşuyor, yazdıklarını okuyor, onun bilgisine ve yazdıklarına saygı duyuyor, hayranlık besliyordu ama bu yeterli olmuyordu. Hayatı boyunca bunu arzulamış, uğruna zamanını, emeğini, hatta sağlığını feda etmiş ve ulaştıktan sonra da bu çabanın karşılığını hiç de vermeyen bir mutsuzlukla karşılaşmıştı Martin. Çünkü Martin başarılı bir yazar olmuştu ama artık Martin değildi. Onu, Martin olarak verdiği başarısız mücadele, ideallerinden hatta kendinden bir noktada ödün vererek eriştiği başarıdan daha çok mutlu etmişti. Çünkü en azından, hala ve sadece ‘’kendiydi’’. Bugün kendimiz olmayarak, kendimiz aşma idealiyle kendimizi asla olmadığımız konumlara oturtarak mutluluk peşinde koşuyoruz. İnsanın kendini aşması, geçmişinden geleceğine süregelen bir bütünlük içerisinden ve kendini tanıyarak ancak mümkün. Hiç olmadığımız veya Mark Twain’in de meşhur ‘’İnsan Nedir?’’ adlı kitabındaki kavramıyla; biyolojik makinamıza uygun olmayan idealler/konumlar peşinde koşmak belki sistemsel açıdan çok daha düzgün bir sistem yaratacaktır fakat o sistemin içinde insan kalmayacak. İnsan için en ideal sistemi yaratma amacı sonunda insansız en ideal sistemi bulmayla sonlanıyor gibi. Evet gelip geçiciyiz ve zamansal olarak baktığımızda ortalama 13.8 milyar yıllık evrende yine ortalamada sadece 130.000 seneden ibaretiz, çok da önemsenecek bir yanımız yok yani. Fakat hal böyle de olsa göz göre göre ve her gün yaşayarak bizi biz yapan rastgeleliğimizden, duygularımızdan, öngörülemezliğimizden, tutarsızlığımızdan ve tesadüflerde yaşamamızdan koparılma çabasının ideal olarak sunulmasına da göz yumamıyorum. Kendimize işlenecek bir veri havuzu muamelesi yaparak, ya da en yüksek hazzı en az bedelle sağlayabilecek bir optimize edilmesi gereken üretim sürecine indirgeyerek de insanlık tarihine ihanet ettiğimizi düşünüyorum. Hayatın çok insani olan yönlerinden koparılarak sadece maksimum hazzı yaşama odaklı algılanmasının bütün zihin dünyamızı etkilediği bir gerçek ve bu gerçek giderek bizi ele geçiriyor. Bir gelecek hayali olarak belki de bir ütopya olarak ‘’Transhümanizm’’ de insanı en kısa zamanda hayata geçirilmesi gereken bir proje gibi ele alıyor. Bu insanın doğuştan gelen makinasının kısıtlarından arınma fikri elbet çok devrimsel ve o makinanın yarattığı sorunlar da kanlı insanlık tarihinden belli elbet. Fakat bu arınma ve optimize etme fikri bile dönüp dolaşıp yine kürkçü dükkanına yani insanın makinasının en temel korkusuna dayanıyor: Ölüm korkusuna… Zamanın kısıtlılığının, her şeyi elde edemeyecek oluşumuzun aslında hayata dair tüm duygularımızı yarattığını unutuyoruz sanki. Alman romantiklerinin de dediği gibi: Hissediyorum öyleyse varım! Sahi Transhümanistler hissedebilecekler mi?

Kaynakça

Cathy O’Neil- Matematiksel İmha Silahları

Susan Schneider- Yapay İnsan

Mark Twain-İnsan Nedir

Yaşam Sanatı-Zygmunt Bauman

Martin Eden- Jack London

Renata Salecl- Seçme İkilemi

İnsanın Ötesi Neresi?
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews