Leonard Cohen’in Son Dansı

Hazal Cansu Odabaşı

Başarısızlıklarımız, yapmak istediklerimiz, yapamadıklarımız, hayallerimiz, finansal kaygılarımız, arkadaşlarımızın bizi davet etmediği partiler, giremediğimiz okullar, asla sahip olamayacağımız pahalı ürünler, gidemeyeceğimiz ülkeler, izleyemeyeceğimiz konserler, giyemediğimiz takımlar, terfi alamadığımız işler, sahip olduğumuz meslekler, bizi tanımlayan rollerimiz, cinsiyetimiz, cinsel yönelimimiz, inandığımız siyası parti, ümidimizi yitirdiğimiz ülkemiz, küresel ısınma ve uğruna savaştığımız fikirler…

 Hepsini bir kenara bırakıp hayatın ne demek olduğunu düşündüğünüz de sizin de elleriniz ayaklarınız titriyor mu? Ölümün ne demek olduğunu, kafamızın içerisindeki düşüncelerimizin izin verdiği kadar düşündüğümüz de sıra ölüme geldiğinde çarptığımız o kara duvar. İlerisine geçersek düşecekmiş gibi olan o karanlık ölüm düşüncesi.

Leonard Cohen’in Thanks for the Dance albümü, bana benimle asla ölümü konuşmayan, güçlü durmaya çalışmasına rağmen arada bir iki duble bir şeyler içtikten sonra konuyu ölüme getiren büyüklerimle asla yapamadığım sohbetleri ve samimiyeti bana vaat eden ve ölümden korktuğum zamanlarda danıştığım, saygı duyduğum bir büyüğüm oldu.

Yaşımız büyüdükçe çevremizdeki korkusuz, güçlü, dünyada toplumun değer verdiği şeylerde başarılı veya başarısız büyüklerimizin en büyük ortak kaygısı bir şekilde ölüme dönüşüyor. Büyüklerimizin gözünde gördüğümüz ölümün bir sonraki adım oluşunun verdiği o korku, hayatta yapılan bir şeylerin son kez olduğunu bilme fikri, son kez yenen en sevdiğin yemek, son kez koklanan sevdiğin, son kez görülen deniz, son kez geçtiğin bir sokak, son kez bestelediğin müzik,  daha iyisini sonra yaparım fikrinin yok oluşu, son kez yapılan bir sohbet. Bunların hepsini tek başımıza deneyimlemeye zorlayan, ölümün gerçekliğini erteleyen, üstünü örten, bizden saklayan, ve hatta ölümü hayallerimizden bile daha da öteye yerleştiren sistem. 

Ölüme bir şekilde herkes aynı mesafede olsa bile benim yaşımda “23’ünde” bir hastalığı olmayan finansal olarak stabil birisinin ölümden bahsetmesiyle, 80 yaşında vücudundaki ağrılardan artık kurtulmak isterken ölümden de bir o kadar korkan birisinin ölümden bahsetmesi çok farklı olabiliyor. Bahsettiğim gibi bizden ölümü uzaklaştıran, konuşulmasını tabulaştıran toplum, gündelik hayatımızda bu korkularını gençlerle paylaşan insan sayısını da bir hayli azaltıyor. Bu noktada Leonard Cohen’in Thanks for the Dance albümü, bana benimle asla ölümü konuşmayan, güçlü durmaya çalışmasına rağmen arada bir iki duble bir şeyler içtikten sonra konuyu ölüme getiren büyüklerimle asla yapamadığım sohbetleri ve samimiyeti bana vaat eden ve ölümden korktuğum zamanlarda danıştığım, saygı duyduğum bir büyüğüm oldu. 
2016’daki ölümünden üç yıl sonra yayınlanan bu albümü ilk dinlediğimde arkasındaki hikayeyi bile bilmeden sadece benim aşklarımı en iyi anlayan ve benden bir o kadar da farklı Cohen’in sesini tekrardan daha önce hiç duymadığım dizeleri okurken duymak üst bacaklarımı titretmeye, boğazımda bir düğüm yaratmaya yeterli oldu. Geçmişten gelen her tınının olduğu gibi bu dizeleri yazan Cohen’in ölü olduğunu bilmek ne kadar zor olsa da asıl benim nefesimi kesen bu tınıların o öldükten üç yıl sonra kulaklarımıza ulaşmasaydı. Tıpkı ölümünden yıllar sonra Tangolar albümüne Almanya’da bir sahafta ulaştığımız Seyyan Hanım’ın sesinin tınısındaki hüzün, tıpkı Tanburi Cemil Bey’in ölümünden yıllar sonra ulaştığımız taksimlerindeki mızrap sesinin acısı gibi.

Tıpkı ölümünden sonra buzdolabımızda kalan anneannemizin elinden son kez yeme şansımız olan köfteler, tıpkı bir gece bizimle konuşmak isteyen sevgilimizi sabah aramayı planlarken sabahında arayacak kimsenin kalmaması gibi. Mektubu elimize ulaştığında artık cevap verme şansımızın kalmadığı ölümün bizi ayırdığı sevgili gibi. Belki de bu olayların acı tarafı ölümün sanatı sanatçısından, ürünü üreticisinden, sevgiyi de sevgilisinden ayıran tek mutlak gerçek olmasının yüzümüze bir yumruk gibi vuruşudur.

Albümün ilk şarkısı What Happens to the Heart aslında hayatı boyunca başına gelen olaylardan sonra Leonard’ın kalbine kazınan izleri ve bu izlerin kalbine ne yaptığını sorgulasa da nakarat dizeleri bana, o yaşta ölüm döşeğinde olan birisinin adeta annesinden oldukça zorlu bir sorunun cevabını almak isteyen küçük masum bir çocuğun halini anımsatıyor.

Ölüm döşeğinde evinin garajında oğlu Adam’ın kurduğu küçük stüdyoda, kaldığı hastanenin yoğun bakım yatağında kaydettiği vokaller, ve vokaller dışında da sadece albümle ilgili hayallerini ve vizyonunu içine yazdığı bir not defterini geride bırakan Leonard en azından benim hayatıma dokunuşundan habersiz kendi albümünü hiçbir zaman dinleyemeden o karanlığa çekildi. Hiçbirimizin haberi olmayan, düşünme yetisinin olmadığı o karanlık tarafından yutuldu. Oğlu Adam ve Leonard’la bütün kariyeri boyunca onunla birlikte çalışan gitaristinin yaklaşık bir yıl boyunca Leonard’ın kendi evinde bu kayıtları tekrar tekrar dinleyip, notları tekrar tekrar okuyup onun vizyonunu dinleyenine son bir kez ulaştırmayı denediği bu albüm Leonard’ın bizimle son dansı, bize ondan kalan son şey, benim ise ölümü duyuşumu bu sebeple de her sabah uyanışımı, yaşayışımı değiştiren tek albüm. 

Adam Cohen, toplam dokuz şarkıdan oluşan albümün üzerinde çalışmaya ancak Leonard’ın ölümünden yedi ay sonra başlayabilmiş. Bizler için bu albüm toplamda Leonard’ın sesini ilk defa duyduğumuz 29 dakika anlamına geliyor olsa da, Leonard’ın bıraktığı şiirleri bir şiir gibi okuduğu ses kayıtlarının üzerine müzik yazmak ve sonrasında onları bizlerin dinleyebileceği bir noktaya getirmek için Adam’ın babasının ölümünden sonra onun sesine verdiği saatler, günler hatta aylar verdiğini de düşünerek babasından ona kalan son görevini yerine getirmek için kendisini ne kadar adadığını ve ölen bir babanın sesini duymanın büyük acısına rağmen  bu uğraşına devam etmiş olması da bu albümü sözlerinin ağırlığı, Leonard’ın ölümü dışında da sadece arkasındaki fedakarlığa baktığımız da bile yeterince büyüleyici ve kalp kırıcı yapıyor. Albümün ilk şarkısı What Happens to the Heart aslında hayatı boyunca başına gelen olaylardan sonra Leonard’ın kalbine kazınan izleri ve bu izlerin kalbine ne yaptığını sorgulasa da nakarat dizeleri bana, o yaşta ölüm döşeğinde olan birisinin adeta annesinden oldukça zorlu bir sorunun cevabını almak isteyen küçük masum bir çocuğun halini anımsatıyor. Adeta Leonard’ın vaktinde inandığı tanrıya yönlendirdiği bu soru aynı o küçük çocuğun masumiyetiyle “peki ya kalbimize, aşkımıza ruhumuza ne oluyor?” diye retorik bir şekilde sorulurken hem de gerçekten cevap almaya çalışıyormuş gibi, o masumiyetle belki de hayatta olan kimsenin bilmediği, belki de sorulan en zor sorulardan bir tanesini kimsenin sormadığı gibi direkt korkusuzca, ve kimsenin sormadığı naiflikte sorma cesaretini gösteriyor. Nakarattan sonra gelen sessizlik yerini ud ve gitarın inanılmaz melodisine bırakarak adeta bizlere soruyu benimsememiz ve cevabını düşünmemiz için zaman tanıyor. Hayatı boyunca bütün röportajlarında güçlü ve bazen küstah duruşuyla konu olmuş Leonard gibi bir adamın bu soruyu sorması benim kalbimde ölümün bizleri duruşlarımıza ve düşüncelerimize rağmen birleştiren tek şey olduğunu hatırlatıyor. 

Albümün ikincisi şarkısı “Moving On” Leonard’ın hayatının aşkı Marianne Ihlen’e daha önce ithafen yazdığı “So Long, Marianne” şarkısında söylemediği sözleri adeta tekrar denermişçesine yeniden söylemeye çalıştığı, Marianne’e son bir kez ulaşmaya çalışırmışçasına planladığı bir şarkıyken, şarkının vokallerinin kaydı sırasında, Marianne’e son kez ulaşmaya çalışmasının artık beyhude bir çaba olduğunu fark ediyor. Marianne’nin öldüğünü öğrenmesi üzerineyse şarkının sözlerini değiştirerek bu gün dinlediğimiz versiyona dönüştürmüş.

Ölümün dört bir yanını sardığı albüme ismini de veren dördüncü şarkı “Thanks for the Dance” bir sevgiliye, birbirine yaşatılan bütün acılara ve yaralara rağmen ilişkinin bitmesi üzerine beraber geçirilen zaman için minnettarlığını ve teşekkürünü sunarken adeta Leonard’ın dinleyenlerine, tanrıya hayatı için teşekkür ederek belki de bitmesini istememesine rağmen bitmek zorunda olan bir şeye karşı elimizde kalan tek şeyin minnettar olmak olduğunu hatırlatır gibi.

İnsan ömrü ister sanat icra ederek ve büyük kitlelere değerek geçirilsin, ister bir varlık oluşturmak için yakınlıktan uzak materyal bir deneyim olsun, ister yakınlarına destek olmak için fedakarlıklar yapılarak geçirilsin, ister kimseyi tanımadan herkesten uzak bir evde tek başına geçirilsin, ister dünyayı gezerek görülecek deneyimlenecek her şeyi denemeyi denesin, ne yaşarsak yaşayalım insan ömrü yani hayatı varlığı gereği tek başına nasıl yaşandığından bağımsız olarak çok değerli, eşsiz ve ne yazık ki geçici. Benim gibi onun varlığından önce var bile olmayan bir ömür için, Leonard hayatımın her zaman bir parçası, her zaman dayanabileceğim bir direği olarak kalacak. Zaten şu hayat dediğimiz şey de dayanabileceğimiz her bir direk nefes almayı hafifleştiriyor, her ölüm ise hiçbirimizin kaçamayacağı o karanlığı bizim için biraz daha karartıyor. Leonard ölümüyle daha da karanlıklaştırdığı o çukuru geride bıraktığı bu son albümle bir nebze olsun çukura bakmayı, onu düşünmeyi kolaylaştırarak bana ışığıyla yoldaş oldu. 

Leonard Cohen’in Son Dansı
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews