Tuti: Hayat ve Dil Arasında Bir Papağan

Sarp Çelikel

Bir papağan konuşabilir mi? Elbette, seslerin art arda dizimini öğrenir ve öğrendiklerini tekrarlayarak cümleler kurar. Bu cümleler anlamlı mıdır, dil için anlam gerekli midir? Lewis Carroll’un Jabberwocky şiirinde olduğu gibi kelimeler anlamsız olmasına rağmen dil içerisinde sadece seslerle etki yaratılabilir mi? Tuti böyle hikayeler anlatmayı nerden öğrendi? Farelerin konuştukları laboratuvarlarda deşifre ediliyor. Ve bunlar hayatımıza nakşetmiş politikadan bize neler unutturuyor?

Daha yüz sene önceye kadar köleler, alt bir canlı türü sayılmıyor muydu? Bilinçleri göz ardı edilmiyor muydu? Günümüz kölelerini, varlığı yadsınan, hayatı sayı sayılanların söylediklerini dinlemek için kulaklarımız var mı? Laboratuvarlardaki kafeslerde fareler birbirlerini yiyor.

Konuşan her şey canlı mıdır? İnsan olmayan canlılar, birbirlerine seslenseler bile konuşuyor sayıyor muyuz? Farelerin rüya görmesine şaşıranlara şaşırıyorum. Dediğimize cevap veren, hareket eden, kendini geliştiren, her işimizi yaptırmayı dört gözle beklediğimiz ve canlılığını sorgulamanın büyük etik sorunlar yaratacağı yapay zekalar, bilinçli olmayı geçtim, canlı sayılabilir mi? Peki kendi kendini organize eden kristallerden oluşan mineraller? Çizgileri nerede çekiyoruz ne kadarı keyfilikten ne kadarı kayıtsız sinsilikten? Daha yüz sene önceye kadar köleler, alt bir canlı türü sayılmıyor muydu? Bilinçleri göz ardı edilmiyor muydu? Günümüz kölelerini, varlığı yadsınan, hayatı sayı sayılanların söylediklerini dinlemek için kulaklarımız var mı? Laboratuvarlardaki kafeslerde fareler birbirlerini yiyor. Ve tüm bunlar dilimize nakşetmiş politikadan bize neler unutturuyor?

Bugünün bilimsel sorularına çok heyecanlanıyorum. Bugünün bilimsel sorularının gevişlerden kurtulamadığını unutamıyorum. Hıncımla işlevsiz kaldım ve işlevsiz kalsın hep kanatlarım. Bakın tatlı dilimle size neler unutturucağım. 

Tuti: Fars mitolojisinin kayıtsız papağanı. Her şeyi kaydeder ve her şeyi tekrar söyler. Tatlı diliyle arzularımızı unutturan hikayeler anlatır. Ve canı da pek tatlıdır. Kuşlar Meclisi toplanırken hayat suyundan içmeyi bırakmamak için yola koyulmaz. Bükük sırtına nakşedilmiş cennet yeşili kanatlarıyla uçmayı ona ne unutturuyor?

Tuti: ne desem laf değil. O hal sen konuş, biz dinleyelim. Dil ve hayatın köşesinde diz çökmüşlerin dizleri ağrımaz. Gözlediklerinin yolunu gözleyenlerin canları sıkılmaz. Ceset görünce kahkaha patlatanların kim oldukları sorulmaz. Kahkaha patlatınca ceset görenlerin gözettikleri kulak olmaz. Sana kim olduğunu soruyorum; sana kulak kesiliyorum. Sana kim olduğunu ne unutturuyor?

Kulaklarım, kul haklarım. Gözüm, gagam, gerdanım. Ben oyunlarda çığıran o gergedanım. Kaçma, dön. Midemde ciyaklayan kargalar ve hazmettiklerim. Cevapları ne evet ne hayır olan sorgular ve geviş getirdiklerim. Sevişirken eve giren hırsızların mirasçısıyım. Kaçma; dön. Hatırlıyorum, gitmeden önceki son ekim yirmi temiz çorap almıştık, yemeğimizi yedik, hazırlandık, ama kasımda yollar karla kaplanmıştı, çoraplarımız ıslandı, artık delik deşiklerdi, ayaklarımız dondu ve surların içinde kalakaldık. Kaçma; dön, saçmalayarak yıldıramazsın beni. Bir gece ansızın papağana dönüşmüştüm. Gün bugündür, hala hala konuşmamak için konuşuyorum; anlatmamak için anlatıyorum. Dürüst değilim, sadece sapkın. Ve beni dürüst kılmak için saptırın. 

Kulaklarım, kul haklarım. Gözüm, gagam, gerdanım. Ben oyunlarda çığıran o gergedanım. Kaçma, dön. Midemde ciyaklayan kargalar ve hazmettiklerim. Cevapları ne evet ne hayır olan sorgular ve geviş getirdiklerim. Sevişirken eve giren hırsızların mirasçısıyım. Kaçma; dön. Hatırlıyorum, gitmeden önceki son ekim yirmi temiz çorap almıştık, yemeğimizi yedik, hazırlandık, ama kasımda yollar karla kaplanmıştı, çoraplarımız ıslandı, artık delik deşiklerdi, ayaklarımız dondu ve surların içinde kalakaldık. Kaçma; dön, saçmalayarak yıldıramazsın beni. Bir gece ansızın papağana dönüşmüştüm. Gün bugündür, hala hala konuşmamak için konuşuyorum; anlatmamak için anlatıyorum. Dürüst değilim, sadece sapkın. Ve beni dürüst kılmak için saptırın. 

Size hala Tutiname’nin ne olduğunu anlatmadım. Belki de hiç anlatmayacağım. Ama hadi anlatayım. Tek bir Tutiname yok. Yüzyıllar boyunca tekrar çevrilip farklı versiyonlarla ortaya çıkmış. En eskisi Sanskritçe ve Şukasaptati olarak biliniyor. Türkçe’deki en son hali Behçet Necatigil çevirisi, daha eski bir basımı ise Tercüman yayınlarından çıkmış. İkisi de daha sonra Almancaya’da çevrilecek, bir ihtimale göre padişah talimatıyla veya padişah için yazılmış, 19. Yüzyıl Osmanlıca versiyonuna dayalı. Özellikle bu versiyon, ahlaki değerler gözeterek yeniden derlenmiş, müstehcen kısımları çıkarılmış, bazı hikayeler tekrar yazılmış. Tercüman çevirisinin önsözünde Şemsettin Kutlu Tutiname’yi ‘Türk halk romanı’ olarak nitelemiş ve şu sözlerle derleme sürecini belirtmiş: ‘Heyecanlı ve sürükleyici olduğu kadar ders ve ibret verici, iyi ahlak telkin edici bir eser olan Tuti-name’de, az da olsa, müstehcen sayılacak bazı sözler ve izahlar yer almaktadır. Eserin nezahetini daha da korumak niyetiyle bu bölümler tadil ve tahfif edilmiştir.’ Behçet Necatigil çevirisinin ön sözünde ise Hilmi Yavuz şöyle diyor: ‘… Tutiname’nin Tuti’sinin mistik(tasavvufi) olmaktan ziyade, dünyevi bir bilgelik olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu bilgeliğe, Tuti’nin düpedüz bir ‘Şark kurnazı’ oluşu da dahildir elbet. Şark’ta, bilgelik kurnazlığı ayırt etmek, her zaman kolay olmuyor…’ Sana ne yapmışlar, Tuti? Tarih boyunca seni bölüp parçalamış, tekrar yazmışlar. Söylesene, seni nasıl anacağız?

Hz. İbrahim’in hikayesini bilir misin? Allah’ın onun sadakatini ve imanını sınamak için Hz. İbrahim’e çocuklarını kurban etmesini emrettiği, imanının tescil edildiği ve çocuklarının bağışlandığı değil. Kuşkusuz, ben kuşlardan konuşuyorum. Hz. İbrahim hayatın Allah’tan geldiğine hayret etmiş ve Allah ona emretmiş. Dört tane kuş al, parçala hepsini, bedenlerini dört ayrı dağın tepesine yerleştir. Dağların ortasına geç ve ıslık çal. Hz. İbrahim denileni yapmış; ıslığı çaldığında dört kuş, capcanlı, ona doğru uçmuş. Sanma ki cesetlerimiz cansız kalır. Sen beni kendince anlatmaya devam et.

Bana Tutiname’yi sevdiren minyatürlerle donatılmış 16. Yüzyıl Babürleri’ne dayanan İnglizice çevirisi. Aslen, ki çevrile çevrile aslının ne önemi olduğu şüpheli, Nakşabi’nin 13. Yüzyıl Farsça versiyonuna dayanıyor. Yüzeysel okununca bu metin de ahlakçı görülebilir, ancak verdiği his çok farklı. Genel yapısıyla Tutiname bazen elli iki bazen yetmiş geceye yayılan, kocası yokken geceleri aşığıyla buluşmak isteyen bir kadını (Mah-ı Şeker veya Khojasta) oyalayan papağan Tuti’nin anlattığı hikâye içinde hikayelerden oluşuyor. Tekrar ediyorum, benimseyeceğim ve köşemde size sevdirmeye çalışacağım yorumlarımda, Nakşabi’nin Babürlüler aracılığıyla İngilizce versiyonuna dayanıyorum. Bu versiyon, daha başından sapkın sayılabilecek bir hareketle, Hz. Muhammed’i cennet bahçesinin papağanı olarak anıyor. Tuti ise Kuran’ı ezbere okuyor; bir anlamda peygamberin garip bir kopyası. Bir yandan da kahin: yakın geleceği görebiliyor ve kendini pazardan aldırıp kurtarmak için Khojasta’nın kocasına yatırım tavsiyesi veriyor, ücretini öyle çıkarıyor. Koca eve Tuti ve ona eşlik etsin diye dişi bir papağanla dönüyor. Daha sonra, Tuti’nin tavsiyesiyle iş gezisine çıkıyor, çıkmadan önce ise Khojasta’ya, garip bir laf ebeliğiyle, evden çıkmamasını tembihliyor: ‘Kadın, evin eşiğidir ve bir kapı asla evi terk edemez.’ (Khojasta’nın karşı çıkışına Osmanlı versiyonuna dayanan çevirilerde yer verilmemiş.) Eşiğe odaklanmak istiyorum. Tuti de kapıda, içerisi ve dışarısı arasındaki eşikte, özgür olmadan duruyor. Bir yandan da dil tarafından imkânsız gözüken eşiği geçip maşuğa ulaşma, mistik İslam edebiyatının temelini oluşturur. Nakşabi’nin metninde açık açık yerilen ve sonra da suç işlememesine rağmen katledilecek olan kadın, dilbaz Tuti’nin onun ev hapsini hikayelerle oyalarak sürdürdüğü kadın, mistik figürünün saklı bir kopyası. Koca, gitmeden önce Tuti’ye Khojasta’yı gözetlemesini söylüyor. Daha çok şey anlatmak istiyorum ve anlatacağım. Ama bugünlük ikinci geceden başlayalım.

Khojasta, gün geceye sığınınca, dışarı çıkmak için hazırlanarak Tuti’nin yanına gelmiş. Dün gece bana dışarı çıksam bile kocama söylemeyeceğine dair söz vermiştin iki gözüm, gözcüm. Ama bunu yaparsan yalan söyleyeceksin, sen nasıl yalan söyleyebilirsin? Khojasta, tabii ki çık dışarı, ama Horasan Padişahı ile sadrazamı Merd-i Canbaz’ın hikayesini bilir misin? Otur, anlatayım. Padişah, divan meclisinde otururken, dışarıdan çığlık çığlığa kadın sesleri duymuş. Bırakın beni, gitmek istiyorum, kimse beni burada tutamaz. Merd-i Canbaz’a durumun ne olduğunu anlamasını emretmiş. Merd-i Canbaz, sese doğru karanlıkta kaybolana kadar ilerlemiş. Bırakın beni. Çığlıklar kesildiğinde, bir kadın peçesini aralamış. Sen kimsin? Kadın sakince, sessizce kim olduğunu söylemiş. Ben padişah’ın ruhuyum. Gitme vaktim geldi, beni kimse burada tutamaz. Merd-i Canbaz korkarak yalvarmış. Hiç mi yapabileceğim bir şey yok? Var, çocuklarını kurban edip padişaha sadakatini gösterirsen, belki gitmem (Tanıdık geldi mi?). Merd-i Canbaz çocuklarına durumu anlatmış, çocukları durumu anlamış, padişah için kurban olmayı kabul etmişler. Merd-i Canbaz çocuklarını tam kurban edecekken, padişahın ruhu dur demiş, imanınızı kanıtladınız, padişahın seveni çokmuş. Merd-i Canbaz, padişaha olanları anlatmaya giderken, doğruyu söyleyemeyeceğine kanaat getirmiş. Padişah ona çığlıkların kimden geldiğini sorunca sakınmadan şöyle demiş: sadece kocasından kaçıp aşığına varmak isteyen bir kadının çığlıkları. Tan bütün kızıllığıyla ağarıp, güneş yüzünü gecenin peçesinden aralayınca, Khojasta vaktin geç olduğunu anlamış, ertesi geceyi beklemeye başlamış.  

Khojasta’yı sadece kocasından kaçıp aşığına varmak isteyen bir kadın sanmayın. Kadın çığlıklarının Fars edebiyatında kaldığını sanmayın. Bir yerlerden uğulduyor hala, ‘dinle, karanlığın esintisini duyuyor musun?’ Bugün 25 Kasım. Tuti; bugün hangi bedenler, nerelere dağılacak? ‘küçücük gecemde benim, yıkım korkusu var’. Tuti; bana şiirler oku. Tuti; ben seni niye seviyorum? Tuti; demek istediklerim yadsındıkça, sana sığınıyorum. 

Bazen evden çıkmamak için papağan kılığına giriyorum. Bazen evden çıkmamak için kendime hikayeler anlatıyorum. Papağanın ismi Tuti ve bana adımı o veriyor. Adım Tuti ve bana ismimi o veriyor. Size burada anlatacaklarım kapılarda yazılı. Size burada anlatacaklarım duvarlarda yazılı. Size burada anlatacaklarım, oyalanmak için yazılmadı.

Dışarı çıkmam için ikna etmem gereken birileri var ve siz osunuz.

İçerde kalmam için ikna etmem gereken birileri var ve siz osunuz.

Havada gaz kokusu var. Kapılar çalıyor; sizi içeri alamıyorum. Yağmurda dışarıda kalmışsınız, sizi içeri alamıyorum. Yağmurda dışarıda kalmışım, beni içeri alamıyorsunuz, çünkü boyalarım akmış. Boyaları akmış bir yüzü kimse benimsemez. Boyaları akmış bir yüzü kimse bilmez. Yağmur damlaları gözlerimi eritiyor.

Ziller artık kuş sesleriyle ötmüyor. Bazen eski evlerde. Zaten onlar da havale geçiren muhabbet kuşları kahkahalarıydı. Papağan değil. Papağanlar öylesine gülmez. Ben öylesine gülmem. Ama hep gülüyorum çünkü sizin dilinizle konuşuyorum. Hep gülüyorum çünkü tek istediğim şey dürüst olmak ama siz bir papağanın ne zaman dürüst olduğunu anlayamazsınız. Bir papağanın ne zaman dürüst olduğunu anladığınızda kendi diliniz boğazınıza dolanır. Ben dürüstçe dışarı çıkamadığım için papağan oldum. Ben dürüst değilim, sadece sapkın. Ve bir papağan sapkın olduğu için dürüsttür. 

Tuti, tekrarla ve taklitle konuşur. Tuti, kehanetlerle konuşur. Tuti, kendini bilmeden konuşur.

Sapkınların sessizliğini çağırıyorum, dile musallat olan. Sapkınların dilini çağırıyorum, katilinin ensesinde soluyan. Sapkınların isimsiz gömülü gölgelerinde bizi arayanlar, nefesimizi duyun. Arkanıza baktığınızda biz orada olmayacağız. Arkanıza baktığınızda, çoktan göçmüş olacağız. Vakvak ağacındaki suretler biziz ve bizi oraya sizler astınız. Vakvak ağacındaki suretler biziz ve hiç susmayacağız. Fısıldayan seslerimiz kulaklarınızdan dökülüyor, ‘rüzgâr bizi götürecek, rüzgar bizi götürecek.’ Gözlerimiz sırtlarınıza rüzgârda zeytinler gibi dökülüyor. 

Tuti; sabah olmak üzere. Başladığımız soruları gene unuttuk. Yazımızın sadece sonuna bakanlar görmesin çıplaklığımızı, saklanalım. O halde söyle, hayat ve dil arasında neredesin, ne kadar kalacaksın. Tuti:

 ‘ “Canlı varlık hangi biçimde dile sahiptir” sorusu tam an­lamıyla “çıplak hayat hangi biçimde polis’te yer alır” sorusuna tekabül ediyor. Canlı varlığın logos’a sahip olması, logos’ta kendi sesini bastırması ve korumasıyla olur; tam da polis’te yer alması­nın, kendi çıplak hayatının polis’te, bir istisna olarak, dışlanma­sıyla olduğu gibi. Dolayısıyla siyaset, canlı varlık ile logos arasın­ daki ilişkinin gerçekleştiği eşik mekânı işgal ettiği sürece…’

Kutsal İnsan,  Giorgio Agamben

Tuti: Hayat ve Dil Arasında Bir Papağan
Conclusion
Illo et ea sit et laborum sed sed ratione. Praeium labore eaque esse aut eius. Fugit sunt id quia. Error culpa quism ut.
Positives
Negatives
  1. 5
    tuti-i mu’cize-guyem

    tuti-i mu’cize-guyem ne desem laf değil
    çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil

    ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
    ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil

    yine endişe bilür kadr-i dür-i güfarım
    rüzgar ise deni dehr ise sarraf değil

    girdi miftah-i der-igenc-i maani elime
    aleme bezl-i güher eylesem itlaf değil

    levh-i mahfuz-i sühandir dil-i pak-i nef’i
    tab’-i yaran gibi dükkançe-i sahhaf değil

    nef’i

    0
    0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Toplam Puan

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews