Şairlerin Çizilmemiş Rüyaları

Esin Hamamcı

Yazar: Esin Hamamcı, Röportaj: İsmail Sertaç Yılmaz

The Poet House üzerine konuşacağız ancak sen aynı zamanda şairsin. Şiirle maceran nasıl başladı?

Başka dünya, başka insan, başka kafa var şiirde, yazı sanatında şiirin gerçeküstücülüğüne hiçbir tür erişemiyor. Şiirde gerçeği, gerçeküstüne çıkmadan, “gerçeğin çizgilerinde dünya üzerinde başka dilde söylenecek türden bir gerçek daha var.

The Poet House da şairliğime dahil olduğu için ikisinin yanıtı da aynı yere çıkıyor. Küçük yaşlarda, on-on bir, on iki diyelim, roman yerine şiir beni daha çok etkiliyordu, bir şeyi doğrudan söylemek yerine daha başka bir evrende sanki yeni sözcüklerle dile getirmek beni daha derine götürüyor. Başka dünya, başka insan, başka kafa var şiirde, yazı sanatında şiirin gerçeküstücülüğüne hiçbir tür erişemiyor. Şiirde gerçeği, gerçeküstüne çıkmadan, “gerçeğin çizgilerinde dünya üzerinde başka dilde söylenecek türden bir gerçek daha var” diyebildiği için sevdim, kafamın içi hep böyle çalıştı, başka türlü düşündüm, başka türlü baktım ve sonum şiir oldu.

Bantmag. söyleşinde “çocuk yaşta büyücü kargaların saldırısı’ sonrası çizimle uğraşmaya başladığın belirtiliyor. Bu macerayı biraz anlatmak ister misin? Çizmeye nasıl başladın?

Kalemle, resimle çok erken yaşta tanıştım, evimizde çok ansiklopedi vardı, gündüz vakti de hep yalnızdım, televizyonda da şimdiki kadar pek yayın olmazdı, görsel dünyaya düşkünlüğüm nedeniyle okumayı yazmayı bilmeden evvel, üç yaşıma denk geliyor bu da, resimli ansiklopedileri karıştırır, abimin, kuzenlerimin resimli kitaplarına ilgi duyar, onlarla vakit geçirirdim. Karga saldırısı da bu zamanlarıma denk geldi. Geceleri kâbus görmeye başladığım için bundan kaçmak adına herkes uyuduğunda kalkar karga çizerdim, simsiyah kağıtlara dönerlerdi, kâğıdın her yerinde irili ufaklı kargalar olurdu. Karanlıkta çizerdim üstelik bunları, ne çizdiğimi sabah görürdüm. Sanırım siyah beyaz tablolara da bu nedenle daha düşkünüm.

Peki şiir ve resmi bir arada düşünmek senin için nasıl bir pratik?

Ben bir şeyi yazmadan evvel çarpıcı bir kareyle karşılaşıyorum, bu bir hayal olabilir, bu bir gerçek görüntü de olabilir ama sözcükler bana gördüklerimle gelir. Bu yine kargayla bağlantılı bir şey, gözlerimin tetiklenmesi gerekiyor. Şiirimde görmediğim hiçbir şeyi yazmadım. Şiirimi, gerçekten gördüğüm, rüyamda gördüğüm ya da bilinçli olarak hayal ettiğim görüntüler arasından çıkarırım.

Bir yıl boyunca Torontoda yaşadın. Buradaki atmosferin sanatına nasıl bir etkisi oldu?

Sanatımdan ziyade insan ilişkime çok katkısı oldu, başka dilde kurduğum ilişkiler, oradaki sosyal mesafe, iletişim mesafesi… bu beni muazzam değiştirdi. Sınırımı öğrendim, başkasının bana mesafesinin de nerede olması gerektiğini öğrendim, harala gürele bitti, basit yaşamayı, rafine olmayı, rutini aldım. Bu benim kendime yaklaşmamı sağlamış ve sanatımı da daha açık göstermeme, özgür olmama katkı sağlamış olabilir.

The Poet House maceranı senden dinleyelim mi? Nasıl başladı?

Bu hikâye Toronto’da başlamış, “mış” diyorum çünkü ilk yayınımı oradaki booklet furyasından etkilenerek çıkardım ama işin The Poet House’a varacağını hesap etmedim. Kanada’daki ev arkadaşım, şair Tanya Neumeyer’in yayımcısı bir small press idi, onunla tanışmak bana fikirler verdi. Maceram da bu birikintiyle tetiklendi, İstanbul’a dönünce önüme gelen bir dosyaya heyecanlandım, ben bunu basacağım derken, derken iş büyüdü. Tüm hayatım The Poet House oldu.

Kişiye özel tasarım yapmanın zorlayıcı bir yanı var mı, yoksa kişinin kendinden ilham almak daha yaratıcı bir süreç mi?

İnsanın kendisi çok sıkıcı, bir başka insanla sıkıntınızdan kurtulursunuz, bunu insan hayali bir insanla arkadaşlık ederek de olsa yapar, bu gerçek. Benim kafamın içindekilere zamanım kalmıyor artık, başkalarının kafasındakilerle gezinmek, başkalarını kafasını kafama almaya katmak beni mutlu ediyor.

Kendimden sıkıldığım için başka kafaların içine girmek, birilerinin aklından geçenlere karışıp orada görsel dünya oluşturmak bana zevk veriyor. İnsanın kendisi çok sıkıcı, bir başka insanla sıkıntınızdan kurtulursunuz, bunu insan hayali bir insanla arkadaşlık ederek de olsa yapar, bu gerçek. Benim kafamın içindekilere zamanım kalmıyor artık, başkalarının kafasındakilerle gezinmek, başkalarını kafasını kafama almaya katmak beni mutlu ediyor. Şair olmaya iten de bir duygu bu. O yüzden zor yerine zevkli yanı var demeyi tercih ediyorum.

Kişisel hikâyede senin çeken noktalar ne oluyor? Onunla ne kadar vakit geçirmen gerekir örneğin?

Beni bir şey anında etkilemiyorsa hiç emek vermiyorum, duygularımla hareket eden biriyim, bir baktığımda çarpmıyorsa daha fazla bakmıyorum. Tabii bazen de o şeye yeniden rastlarım, rastlarsam acaba derim ve biraz zaman ayırınca etkilendiğim olur, pişman olmam bundan, seviyorum bunu, beni yakalasın istiyorum. Doğru zamana ve mekâna inanıyorum, bu benim kendimi bir şeye ait hissetmek için aradığım bir şey, sanki çok önceden, hatta bir hayatım daha olmuş oradan tanışıyormuşuz gibi bir duygu uyandırması gerekir.

İlk solo sergin “Use Poetry” SetUp Kabataş’ta sergileniyor. Sergi fikri nasıl oluştu?

Bu sergi küratörüm Haydar Akdağ’ın önerisiyle gerçekleşti, bir birikimi gördü ve neden olmasın diye teklif etti. Neydi bu birikim? The Poet House kitap kapakları. Küçük halleri bir yana, kapakların tablo olarak da dikkat çekebileceğini düşündü. Sanırım sonu da öyle oldu, tablolar güzel koleksiyonerlerle buluştu. Tabii bastığım kitap kapakları haricinde sergiye özel başka işler de ürettim. Bu, bir anlamda The Poet House sergisi oldu, SetUp Kabataş da benim için bir şair evine dönüştü.

Sergi bir cafede olduğu için aslında günlük yaşamla da iç içe bir hâlde. Bunun izleyici üzerinden nasıl bir etkisi olacağını düşünüyorsun?

Bu çok hoşuma gidiyor, üstelik Kabataş’ta olması, döneminde küçük İskender’in dolandığı yerlere yakın olması, o dönemlerde oralarda çok sık şiirin, fanzin edebiyatının konuşulması aklıma geliyor ve mutlu ediyor. Bir galerinin tüm duvarlarında şiir ve şair sözcüğünün gezinmesini izleyici belki daha normal karşılayabilir ama bir cafede, ki Setup çok şık bir cafe, geleniyle gideniyle çok nezih bir yer, çaldığı müziklerle, kurucularıyla çok zevkli bir mekân, böyle bir mekânda, izleyicinin şiire ve şaire o cümbüşte rastlaması daha güzel geliyor, şiiri doğru yerde konuştuğumu hissediyorum, beklemezken, kalabalık içinde, renkli, özgür ve özgün bir alanda.

Çizim pratiklerin üzerine konuşalım mı? Neler sana ilham verir? Hangi fikirler ya da objeler seni kendine çekiyor örneğin?

Her şey bana ilham verebilir, evde olmanın ilham verdiği gibi sokakta olmak da ilham veriyor. Önümdeki metne bağlı olarak da değişiyor bu, dingin bir hal ya da kudurmuş bir kafa, beni ikisine de götüren genelde önümdeki metin oluyor. Sözcüklerin ne istediğine göre değişiyor. Beni çeken objeler, insanda da olduğu gibi, özgür olduğunu ifade eden nesneler. Buna yemek bıçağı, kadeh, makas, şapka, çizme gibi örnekler verebilirim. Böyle bir art book yapabilirim belki, özgürlüğünü ilan etmiş nesneler, neden olmasın. İşte şu an bu akışta gerçekleştiği gibi beslendiğim anlar, alanlar hep değişiyor.

The Poet Houseun ve İsmail Sertaç Yılmaz’ın fırınında yeni neler var? 

The Poet House ile sırada bekleyen şiir kitapları, öykü kitapları ve bir çocuk kitabı var, planladığım bir saygı/sevgi işi daha olacak, isim vermeyeyim. Bu sene Orhan Veli için yapmıştım, önümüzde sene için de yine şiir tarihimizdeki önemli bir isime yer vereceğim, bu benim şahsi tarihime yazmak adına yaptığım bir şey olacak tabii.

Benim için konuya gelirsek, kesinleşmiş sıradaki işlerimden birini paylaşabilirim, Toronto’da başlayıp tamamladığım şiir kitabım Jane’i resimledim, okuru sürrealist bir aşk hikayesiyle buluşturacağım bu art book 160. kilometre tarafından basılacak.

Şairlerin Çizilmemiş Rüyaları
Okuyucu Derecelendirme0 Oy

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews