Simone, beni ne zaman arayacaksın?

Size de her gün, birbirinin aynı gibi gelmiyor mu?

Kötülerin kötü, iyilerin iyi ama her şeyin çaresiz olduğu zamanlardan geçiyoruz. Bilgisayar oyununda kıyafet giydirdiğimiz avatarların, günlük yaşamın dertleriyle öfkelendiği, üzüldüğü, hayal kırıklığı yaşadığı bazen de mutlu olduğunu sandığı zamanlar… Ormanda kaybolmuş, yıllardır ailesi arayıp sormamış bir çocuğun da içimizde bu kalabalıkta sessizce kendi travmaları ile meşgul olduğu günler ve geceler. Teknolojinin yaratacağı hedonizmin masal dünyasına varacağını sabırla bekleyen, unutulmuş o çocuğun yaşlanmaya başladığı yıllar.  Avatar olmak güzel. Düşünmediğin zaman her şeye katlanıyor avatar. Yaşlanmış çocuğun dertlerini duymak istemediğimiz sıkışmışlığın cezasını çekiyorlar, belki de.

Ne saçma sapan bir giriş…

Üçüncü viskimden sonra, bir kokteyl içince böyle oldu. Simone da aramadı zaten beni. Her pazar akşamı, kafa dağıtayım diye geldiğim The Rum House’daki program da yeni bitti.

Time Square’de Hotel Edison’ın altında klasik, eski model bir New York barı burası. Yaşlı bir font ile çizilmiş bir logo, bordo perdeler, gemici fenerine benzeyen avizeler, sırtı yuvarlak geniş sandalyeler, masalarda kahverengi camdan yapılmış yuvarlak lambalar… Caz müziği ve yüzyıl öncesinde dondurulmuş bir zaman… Bu pazar da “George Colotti and Friends” vardı. Piyanonun sesi gece on bir buçuğa kadar sürdü. Yavaş yavaş dağılıyor insanlar… En arkada bir masadan izledim bu gece onları… Gruplar halinde geldiler. Eğlendiler. Güldüler, söylediler. Mutlu avatarlar, sessiz çocuklar. Hepsi aslında yalnız girecek bu gece yatağa.

Müzik bitince çok az insan kaldık. Ben, bir barmen, iki garson, bir de üç yaşlının oturduğu masa. Gece boyunca devam eden müziğe rağmen, tartıştıkları neyse bir türlü çözemediler. Diğer masaların uyarıcı bakışlarına aldırmadan tartışmaya devam ettiler. Uzun ve beyaz saçları, sakalları ile bir tarikata mensuplar diye düşündüm. Kıyafetleri özensiz bu üçlüden, biri sürekli dinliyor, içkinin de etkisi ile arada sırada kafası öne düşüyordu. Diğer ikisi ise sanki bin yıldır konuşmamış gibi sırayla birbirlerine bir şeyler anlatıyordu.

Onların bu konuşma heyecanından güç aldım. Masaya gidip oturup, bu sıradan gecenin biraz farklılaşmasını istedim. İnsanda, çakır keyif olmanın verdiği böyle bir rahatlık oluşuyor. Yaklaşmama rağmen beni fark etmediler bile:

– İyi geceler. Birlikte içebilir miyiz?

Otur tabii…

Amerikalı değilsiniz sanırım siz de benim gibi?

Evet. Biz Yunanız. Burayı tartışmak için sakin bir yer gördük. Ondan geldik.

Sakin mi? Bütün gece müzik vardı. Birbirinizi nasıl duydunuz, ben ona şaşırdım.

Duymak istediğimiz zaman, gürültü bize engel olmuyor. Tanıştırayım, ben Sokrates, bu çok konuşan ise Protarkhos… Gözleri kapanan ise Philebos…

Felsefeye meraklı anne babalarınız varmış. Bu isimler eski filozofların isimleri değil mi?

Evet.

Hatta ben bu üçlünün diyaloğunun olduğu bir kitap okumuştum. Platon’un Devlet’ten sonra yazdığı diyalog… Rastlantıya bak.

Rastlantı mı? Korkmazsan bir şey söyleyebilir miyim?

Tabii.

Aslında o bitmeyen bir diyalog… Belki bu gece burada bitireceğiz.

Nasıl yani?

Zaman, bazen kırılabiliyor. Bazı şeyler de bitmiyor. Bir tartışma, binlerce yıl sürebiliyor. Etrafına baksana, sence tartışma sanatımız cevap bulmaya yetmiş mi?

Ben, ne içtim? Ya da siz?

Biraz dinle. Sonra karar ver.

“Eğer bu yaşadığın, alkolün ürettiği bir halüsinasyonsa tadını çıkar” dedim kendi kendime. “Yok eğer, bu üç yaşlı adam seninle alay ediyorlarsa, bir içki daha iç sonra kalkarsın” diye düşündüm. İkisi de değilse, bu adamlar zırdeliyse, korkmama gerek yoktu. Halka açık bir bardaydım. Gerçek olmasını ise düşünmek bile istemedim.

Kaldıkları yerden devam ettiler tartışmaya… Sokrates girdi söze:

“Şu var ki bu haz duyguları birbirine benzemediği halde hepsine aynı adı veriyorsun. Gerçekten, hoş şeylerin hepsi iyidir diyorsun. Doğrusu hiç kimse sana, hoş olan şeyin hoş olmadığını söyleyemez. Fakat düşüncemize göre bu duyguların çoğu kötü, bazıları da iyi olduğu halde, her ne kadar tartışmada sıkışıp da bunların birbirine benzemediğini kabul ediyorsan da gene hepsine iyidir demektesin. Acaba iyi ve kötü haz duygularında gördüğün ortak özellik nedir ki, hepsine birden iyi adını vermek zorunda kalıyorsun?”

Protarkhos, cevap vermeden önce hayıflandı. “Sokrates, bin yılı geçti, hâlâ aynı yerdesin. Beni tuzağa düşürmeye çalışıyorsun. Neler söylüyorsun? Sanıyor musun ki haz duygusunun iyi olduğunu esas olarak kabul ettikten sonra, sana bunların kimilerinin iyi, kimilerinin de kötü olduğunu söyletirim ve bunda sana hak veririm?”

Ben de havaya girmiştim. Bu konuşmaları, otuz yıl önce okumuştum. Araya tam gireyim derken, Philebos bu tenis maçını bozdu. “Benim midem çok kötü, kusmak istiyorum.” demesiyle, tuvalete koşması bir oldu. “Her gittiğimiz yerde böyle yapıyor. Bin yıl geçti, içmesini öğrenemedi. Ne demiştim zamanında, kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim. Tek olumsuz örneği Philebos’tur.” diyerek öfkelendi Sokrates…

Protarkhos, hemen araya girdi: “Gittikçe öfkeli oluyorsun Sokrates. Beni haklı çıkaracak derecede hem de. Nerede, iyi yaşam demek erdemli olmak diyen o Atinalı? Erdem bilgidir ve hiç kimse bilerek kötülük yapmaz diyen bilge? Demek ki, bunu bilerek yapmıyor.”

Bir anda üçümüz kalmıştık. Aklımdaki soru şuydu; “Peki ya günümüz hakkında ne düşünüyorsunuz? Bilgiyse bilgi… Sokrates, alınma ama bilmek insanı erdemli yapmıyor. Haz dediğin şey herkes için aynı. İyisi, kötüsü kalmamış. Hız ve performans sergileme zorunluluğu herkesi tek tipleştirmiş. Herkes hazzın peşinde. Hedonist olmuş herkes, senin gibi kinist kalmamış neredeyse…”

Sokrates, bir anda ayağa kalktı. Ben bu kadar uzun boylu olacağını beklemiyordum. Protarkhos, müstehzi bir ifadeyle ikimizi izliyordu. Bana yüksek sesle bağıracağını sandığım bir anda “Bana bir içki ısmarlarsan, sorunu cevaplarım” dedi.

O anda fark ettim ki, bardaki herkes bizi izliyordu. Gözlerini dikmiş bize bakan garsona, yeni bir içki istediğimizi belirten bir el işareti yaptım. İçkinin gelmesini sessizce bekledik.

“Aristippos ve onun cezbedici fikirleri düşmedi bir türlü yakamdan” diye söylenerek söze başladı.

“Sen, gerçekten fiziksel ve bedensel hazzın yarattığı dünyanın mutluluk getirdiğine inanabiliyor musun? Diyelim ki, hazzı hayatımızın merkezine koyduk. Acı veren her şeyi yok saydık. Neden insanlar mutsuz o zaman? Diğer canlılar, hayvanlar neden çaresiz? Neden doğa çığlık atıyor? Aristippos’un öğretilerini doğru kabul etsek, haz mutluluk aracı ise mutlu olan bir insan neden diğerine acı vermek için uğraşır? Neden, insanlar bu kadar teknolojik gelişmeye rağmen, eski zaman köleleri gibi binaların içine girip veya ceplerindeki o elektronik aletlerle sürekli olarak prangalarla yaşamayı tercih eder? Hedonistler, kendilerine acı çektirmekten kaçınıyorlarsa, neden milyonlarca insan bunu kendine yapıyor? Düşünmeni isterim, her aldığın yük, yolcuğunda seni daha da yürüyemez hale getirmiyor mu? Arzu beslediğin şeyler yanlış olabilir mi? Tüm duygulardan ve kurallardan kendini soyutlasan, doğanın bir parçası gibi görsen kendini, makam, mevki, zenginlik, mülk senin zaafın olmasa, bu kadar yükü taşımak zorunda kalır mısın? Belki de iyi yaşam, bu yaşadığınız değildir. Hiç düşündün mü?”

Kafamda düşünceler gidip geliyordu. Tam cevap verecektim ki, Philebos masaya döndü. “Beyler, ben mideyi bozmuşum. Berlin’deki gibi oldu. Ne yedimse, çıkardım.” dedikten sonra, ben söz almaya çalışırken, Protarkhos alaksız bir soru ile dikkatimi dağıttı: “Erkek, kadın ayrı mı tuvalet?”

Filozof da olsan, patavatsız olabiliyorsun diye düşündüm. Biri kolumu dürtüyordu. Kafamı kaldırdım, bizi dikkatle izleyen garson çocuk:

Efendim, geç oldu. Kapatıyoruz.

Gittiler mi?

Kim, efendim?

Yanımda oturan üç yaşlı Yunan filozof.

Program bittiğinden beri, sizden başka kimse kalmadı efendim. Siz de biraz gözlerinizi dinlendirdiniz. Ayılmanızı bekledik. Ama siz ayılmayınca, rahatsız etmek zorunda kaldık. Buyurun, hesap.

Telefonuma baktım, saat sabahın dördü olmuş. Simone da aramamış.

Simone, beni ne zaman arayacaksın?

Custom Sidebar

You can set categories/tags/taxonomies to use the global sidebar, a specific existing sidebar or create a brand new one.

Top Reviews